Geçenlerde okuduğum kitaplardan birisi de, John Steinbeck’in mektuplarından oluşan, “Mektuplarda Bir Yaşam” kitabı. Kitap, Steinbeck’in yakınlarına, çeşitli kişi ve kurumlara özellikle ünlü olduktan sonra yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Steinbeck bizim çocukluğumuzun serüvenci ve korkusuz yanını temsil eden, serseri ruhlu, özgür ve kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan insanlarını anlatan ve ruhumuzda iz bırakan yazarlarındandı. Kitabı okuduğumda hayal kırıklığına uğramadım değil, ama yine de o çocukluğumda Steinbeck kitaplarındaki saf ve temiz ruhlu insanların imgesini kıramadı bu hayal kırıklığı. Özellikle çocukluğumuzda defalarca okuduğumuz, “Bitmeyen Kavga”, “Gazap Üzümleri”, “Fareler ve İnsanlar”, “Yukarı Mahalle”, “Sardalye Sokağı” gibi romanlarını hâlâ çok seviyorum.
Steinbeck’i ikiye ayırıyorum. Birincisi henüz ünlü olmamış, maddi sıkıntılar içinde binbir zorluklarla emekçilerin yaşamlarına tanıklık eden, ezilenlerden yana saf, samimi Steinbeck. İkinci Steinbeck ise, ünlü olmuş Nobel Ödülü kazanmış, halkına yabancılaşmış, iktidara yanaşmış olan yazar. Benim Steinbeck’im birincisi, yani henüz yozlaşmamış olan. Onu hâlâ kalbimde ve beynimde koruyorum.
Steinbeck’in trajedisi bence, onun ünlü olduktan sonra yazdığı tarım emekçilerine, serserilere, yoksul işçilere yabancılaşması ve ünlü olmanın getirdiği güçle de iktidara, özellikle Beyaz Saray’a yaklaşması ve onunla işbirliği halinde çeşitli aktivitelere girişmesidir. Mektuplarda iktidar ile kurulan bu ilişkinin nasıl bir ağ gibi örüldüğünün hikâyesi de var. O iktidara yaklaştıkça, öykülerini romanlarında anlattığı emekçilere de giderek yabancılaşmıştır. Hayatının sonuna kadar da bu yabancılaşmanın acısını çekti bir anlamda. Bu mektuplarında da görülebiliyor.
Vietnam savaşına karşı imza kampanyası düzenlediğinde, kampanyaya katılmayı ve imza atmayı reddeder. Üstelik bununla kalmaz kendi oğlunu Vietnam’da savaşmaya yolcu eder. Oğlu gitmeden önce, oğluyla birlikte ABD Başkanı’nı ziyaret eder ve “oğlu için dua etmesini” rica eder.
Streinbeck’in diğer bir özelliği de günlük ilişkilere ve kadınlara düşkünlüğü. Zengin ve ünlü olunca, kaçınılmaz olarak sınıf da değiştirdi ve farklı düşünmeye başladı. O dönemde kadınları yalnızca cinsel ilişkide kullanılan bir obje olarak görüyor.
İktidara yaklaşınca bir yazar, kendi özgünlüğünü ve saygınlığını da yitiriyor. Artık eleştirel düşünce biçiminden de uzaklaşıyor. O dönemde birçok entelektüel ve yazar Vietnam savaşına açık tavır alırken, Steinbeck’in tavır almaktan kaçınmasının nedeni budur. İktidarla ters düşmek istememektedir. Çünkü Beyaz Saray ile olan ilişkileri ve işbirliği artmaktadır giderek.
Erol Anar
Aşağıda bu Steinbeck mektuplarından bazı alıntılar yapıyorum:”
“Hemingway’in “The Killers (Öldürenler)” dışında hiçbir yapıtını okumadım.” s. 23.
“Besbelli ki insanlar yazmış olduğum kitapları almak istemiyorlar. Bu yüzden gereksindiğim parayı kazanabilmek için onların istedikleri şeyler yazmalıyım. Bir başka deyişle bir süre sanatsal namusumu feda etmek zorundayım.” s. 29.
“Bir insanın en iyi yapıtı, adının duyulması için çaba gösterdiği sıralarda yazdığı yapıttır.” s. 30.
“Eğer yaşamdan az şey beklerseniz onun size tokat atma yetkisini sınırlandırmış olursunuz.” s. 73.
“Burada Tortilla Flat-Yukarı Mahalle için korkunç şeyler yazılıyor… Yalnızca biraz rahatlamak için yazılan bu ikinci sınıf kitabın bu kadar yankı uyandırması şaşırtıcı.” s. 87.
“Özgür İrlanda’nın beni sansür listesine alması çok hoş. Pis kırmızı boyunlular! Bırak onlar kendi yazdıkları saçmalıkları okusunlar, midelerini de viskiyle doldurup dolaşsınlar.”Durmadan kaşınan bu şeytanlara sor bakalım, gömleklerinin içindeki bitlerden kurtulmuşlar mı?” s. 92.
“Tehlikede olduğumu belirten mektubunuz bu sabah geldi. Şimdi durum değişik. Makale yazmıyorum artık. Unuturlar, o nedenle bir daha açıktan bir eylemim olmadığı sürece tehlikede sayılmam.” s. 102
“Konu şu: Faşist gruplar bu kitabı sabote etmeye çalışacaklardır. Çünkü devrimci bir roman bu. Komünist bir bakış açısı olduğunu ileri süreceklerdir. Oysa Battle Hymn (Savaş Şarkısı) bir Amerikan şarkısıdır.” s. 128.
“Bir bakıma bir insanın yaptığı her şey bir başka şeyin provasıdır.” s. 130.
“Bence en önemli iki şeyden bir özgürlük, öteki saygınlık. Bu iki şeyden yoksun olmak insanı olmadık şeylere bağlar.” s. 145.
“Eski arkadaşlarımız bizi aralarına almıyorlar. Kent, yöre burada yaşayan insanlar sanki salt zehir. Bana bir büro kiralanmamasına güldüm.” s. 192.
“Bugün Otobüs’ün eleştirileri çıktı. İster iyi olsun, ister kötü hiçbirini okumayacağım. Aklımı karıştıyorlar. Birinin dediği ötekinin tersi oluyor.” s. 196.
“Son günlerde Rusların kimi ressamları aşağılamaları, kimi müzisyenlere saldırmaları. Rusların yabancılarla konuşmalarını yasaklamaları. Bana üzüntü veriyor. İyi ve ilginç olan bütün resimleri yok etmişler. İyi yazı kalmamış. Şimdi de müziğe saldırıyorlar.” s. 202.
“Herkes kesinlikle her şeyin bedelini öder. Püf noktası şurada: Hiçbir şey için gerektiğinden daha çok bedel ödememek.” s. 209
“Gwyn’den ayrıldığımdan bu yana birçok kadın tanıdım. Belki elli kadın. Böbürlenmiyorum. Gwyn’in iyileşmesini beklerken içimde biriken cinsel enerjinin neden olduğu bir olgu.” s. 225.
“İki kadın benimle evlendi. Her ikisine de sevgim kine dönüştü. Evlenmeseydik belki her ikisi de bana iyi birer metres olurdu. ” s. 226
“En derin yaralar alanlar en çok korunanlardır.” s. 245.
John Steinbeck: Mektuplarda Bir Yaşam, Cem Yayınevi, 1991, 519 sayfa, İstanbul.