Bu Coğrafyada Özgür Düşünce Değil, Resmi İdeolojiler Savaşır

Bu Coğrafyada Özgür Düşünce Değil, Resmi İdeolojiler Savaşır

Yani iktidarından, ona muhalif olan kesimlere toplumun tüm kesimlerinde eksik olan şey hoşgörü ve ifade özgürlüğünün sadece kendisi için değil, herkes için olduğunu kabul etmek.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) ortaya çıktığı dönem bilindiği gibi II. Abdülhamid’in istibdat dönemiydi. 33 yıl süren bu dönem tam bir baskı dönemiydi. (31 Ağustos 1876 – 27 Nisan 1909) Bu anlamda Jön Türkler de özellikle Avrupa’da muhalefete geçmiş ve “hürriyet” yani özgürlük istemlerini haykırıyorlardı. Ama herkes için özgürlükten çok, daha çok kendileri için özgürlüğü ifade ediyorlardı. Çünkü bir türlü devletçiliği aşamamışlardı. “Devleti kurtarmak” için yanıp tutuşuyordu Osmanlı aydını.
İttihat ve Terakki Cemiyeti de özellikle 1908 öncesi hürriyet istiyordu. Ama iktidarı hem sınırlı da olsa denetim altında tuttuğu, hem de bizzat tamamen ele geçirdiği andan itibaren baskıya geri döndü. Ve suikastler bile yapmaktan çekinmedi. Kendi düşüncesi dışındaki her düşünceyi “vatan hainliği” olarak görüyordu İttihat ve Terakki Cemiyeti. Bazı tarihçiler bunun altını çizerler, örneğin Sina Akşin gibi.


İTC neden demokrasiye ve özgürlüğe karşı bir tutum edindi? Bu konuda Tunaya’nın tespitleri şöyledir:


“Bir vakitlerin (daha doğrusu birkaç sene öncesinin) kurtarıcı partisi bizzat yıktığı Abdülhamid istibdadından daha beterini getirmiş, memleketi birkaç kişinin keyfi idaresi altında inletmekte bulmuştur. Hürriyeti getirmiş olması bir partiye hudutsuz kuvvet verebilir miydi, her şeyi yaptırabilir mi? Muhalefet soruya kesin cevap vermiş böyle bir teşekkülün zâlim, müstebit ve siyâsî ahlâktan mahrum olduğunu tekrar tekrar ilân etmiştir: Kurtarıcılık İstibdadı meşru gösteremezdi.” (1)


Bu Türkiye siyasi hayatında bir gelenektir. Özellikle İTC gibi tarikat şeklinde gizlice örgütlenmiş bir örgüt, eğer daha uzun süre iktidarda kalsaydı, yaptığı katliamlara yenilerini eklemekten çekinmezdi. Çünkü bu tip örgütler için her yol mübahtır, amaca giden yolda. Darbecilik, suikastçilik, şiddet, baskı her yol mübahtır bu yolda. Dolayısıyla tam bir bağlılık ve fedâkarlık üzerine kuruludur. En küçük bir düşünce farklılığı, sizin vatan haini olarak ortadan kaldırılmanıza neden olabilir bu tip örgütler içinde. “Hürriyet” diyerek iktidara gelenlerin hemen hepsi önce var olan zaten kırıntı halinde bulunan hürriyetleri, yani özgürlükleri ortadan kaldırmakta bir an için bile tereddüt etmemiştir. Çünkü Osmanlı’dan bu yana tektipçilik egemendir bu coğrafyada. Her kesimde bu egemendir. Tek bir insan tipi istenir ve bu yaratılmaya uğraşır. Kimisi bu insanın İslâmi özelliklerini önplana çıkarmaya çalışır, kimisi ise Türkçü milliyetçi. Ama hemen herkes İttihat ve Terakki’nin yolundadır hâlâ.

II. Meşrutiyet yılları.

Bugün “ormanları ve sağı solu yakarak mücadele ettiklerini sananları” eleştiren kısa bir düşünce belirttim sosyal medyada. Bir Kürt milliyetçisi (sayfasına baktım) üstüne alınmış bana “Türk ağzı ancak böyle çalışır, bu devletin yazarlarının ağzıyla konuşmaktır.” diye bir yorum yaptı. Ben bir tek olayı kastetmedim, genel konuştum. Ve “ister devlet, ister başka bir güç , grup çete yaparsa yapsın kınıyorum.” dedim. Yani ormanların, sağın solun yakılmasına (kim yakarsa yaksın) karşı çıkmak, kınamak “devlet ağzıyla konuşmak” oluyor bu ve bunun gibi düşünenlere göre. Yazımda herhangi bir grup, kişi, kurum, kesim belirtilmemişti özel olarak. Hemen de üstüne alınmış, o da ilginç. Tabi bu yöntemlere karşı çıkan Kürtler de var birey olarak. Benim düşüncelerime kimse katılmak zorunda değil; ama suçlamak, saldırmak farklı eleştirel düşünceye tahammülsüzlüğün bir işareti. Şunun için bu örneği veriyorum, devlete karşı çıkanlar bile devlet gibi tektip düşünce anlayışına sahip, tıpkı devlet gibi eleştiriye kapalı.
AKP-MHP’ye göre devletin resmi ideolojisini eleştirmek “hainlik” oluyor. Bazı fanatik Atatürkçülere göre, Mustafa Kemal’i eleştirmek “vatan hainliği”. Bazılarına göre ise Marx, Lenin eleştirilemez.
Yani ister devleti, ister başka bir örgütü, partiyi, grubu, çevreyi kimi eleştirirseniz eleştirin, eleştirin hemen sanal saldırıya uğruyorsunuz. Kimse eleştiriye açık değil bu topraklarda. “Özgürlük ve demokrasi” için mücadele ettiklerini söyleyenler de dahil, İslâmcılar dahil, Atatürkçüler, AKP, MHP’liler, sosyalistler, ulusalcılar vs…

Tabii ki eleştiri derken, hakaret edici ya da aşağılayıcı eleştiriyi değil; düşünce özgürlüğü sınırları içindeki eleştirel yaklaşımı kastediyorum.


Bu coğrafyanın asıl sorunu herkesin düşünce ve ifade özgürlüğünü kendisi için istemesi ve kendisi gibi düşünmeyenleri “vatan haini” ya da “devletçi” ilan edebilmesidir.

Bugüne dek bu böyle süregeldi. Osmanlı döneminde böyleydi, Cumhuriyet döneminde de değişmedi bu gelenek. Cumhuriyet döneminde özellikle tek parti döneminde, aydınlar, yazarlar özellikle de sosyalist olanlar hedef alındı. Bunlardan Sabahattin Ali gibi bazıları öldürüldü, Nazım Hikmet gibi bazıları ise kaçmak durumunda kalınca “vatan haini” ilan edildiler. Birçoğu ise hapsedildi tek parti döneminde. Demokrat Parti işbaşına gelince de ifade özgürlüğü gelmedi. Çünkü o da kendisi için istiyordu bu özgürlüğü yalnızca. Baskılar devam etti. Askeri darbe dönemleri ise ifade özgürlüğüne doğrudan müdahale ve resmi ideoloji içinde düşünmeyenleri “ayıklama” girişimleriydi.

“Fetö” olarak adlandırılan cemaat ve diğer tarikatlara gelince, bunlar ne kendi içlerinde düşünce özgürlüğünü tanırlar, ne de kendi dışlarında kalan insanlar için. Bunlar zaten o ana damardan beslenerek kul, özgür olmayan köle insanı yaratmaya çalışırlar. Bütün varlık nedenleri çıkarları ve bu misyonlarıdır. Tarikatlar, cemaatçiliğin ana damarlarından birisi olarak özgür insan ve düşüncenin düşmanıdır.

Şimdi yıl 2020 AKP-MHP’ye şaşırıyoruz baskıcı ve ifade, düşünce özgürlüğünü tamamen yok eden adımları karşısında. Oysa bu topraklarda herkes için düşünce ve ifade özgürlüğü yüz yıllardır yok. AKP-MHP bunu şimdi daha kötüye götürüyor sadece. Onlar da yalnızca kendileri için özgürlük istiyorlardı tıpkı diğerleri gibi. Kendileri gibi düşünmeyenleri istemiyorlar, tıpkı diğerleri gibi. AKP, Necmettin Erbakan’a muhalefetten doğdu. Yeni parti kurdular. Çünkü o partide hayat hakları yoktu. Milliyetçi Hareket Partisi’nden Meral Akşener ihraç edildi, bir düşünce farklılığından dolayı. Sonra başka parti kurdu. Çünkü liderle farklı düşerseniz hiçbir yerde yeriniz yoktur. Yani herkes bir anlamda cemaatçi bir örgütlenmeye gitmiş, sağdan en sola kadar. Tek adamlara karşı çıkıp gelenler, kendileri tek adam oldular. Tarih bize hep bunu gösterir. Çünkü iktidar makinesi orada durduğunda yalnızca kişiler değişir.
Diğer yandan sol harekete baktığımızda o da farklı değil İslâmcılardan. Kırk parçaya bölünmüş, en küçük düşünce ayrılığı örgütleri, partileri ikiye, bazen üçe bölmüş. Yani resmi ideoloji tektipçi olduğu için, ona hükmedenler de kendilerinden başka kimseye ifade özgürlüğü tanımıyorlar. İslâmcısı da böyle, Atatürkçüsü de, “sosyalisti” ve diğer ulusalcıları da.

Ama tek bir siyasal iktidar yok bir ana corpus olarak. Birçok alana yayılmış, mikro iktidarlar da var. Herkes kendi alanında mikro iktidarları kullanıyor. Bu coğrafyada tarihsel olarak devlet en küçük düşünce farklılığını ezerek yok etmiş izin vermemiş. Devlete karşı konumlanan muhalif yapılar da aynen devleti taklit ederek kendini var etmiş.

Çerkeslere bakalım, onlar da birçok parçaya bölündüler. Hatta bu parçalar bile bazen kendi içlerinde bölünmüşler. Birbirini “ihanet etmekle”, “faşist olmakla” ile suçlayacak kadar sert “eleştiriler” yapıyorlar. Herkes kendinin en doğru düşündüğünü kabul edip, kendi düşüncelerini dayatıyor. Resmi ideoloji burada da var.
Düşünce ve ifade özgürlüğü hemen hiçbir kesimde yok. Kürt ulusalcı hareketine bakalım, burada da tektipçi düşünce var. Yani başka bir resmi ideoloji oluşturulmuş. Görünmeyen bir devlet kurulmuş. Orada da eleştiremeyeceğiniz kişiler ve kurumlar var.


Oysa bu topraklarda herkes için düşünce ve ifade özgürlüğü yüz yıllardır yok.

Kendi düşüncesini zorla dayatmamak. İşte bu coğrafyada eksik olan şey budur. Başka bir düşüncenin varlığını tanımıyor, kabul etmiyor, kendi gibi düşünmeyeni dışarıya atıyor, izole ediyor. Herkes kendi düşüncesini zorla, zorbalıkla dayatmaya çalışıyor. Başka düşüncelerin de var olabileceğini kabul etmiyor. İşte bu nedenle 200 yıldır bu coğrafyada kumda patinaj yapar gibi, elde edilen sınırlı kazanımlar, haklar da bir bir kayıyor ellerden.

Aslında en küçük bir eleştiri bile kırmızı çizgiyi aşmak olarak değerlendiriliyor çoğunlukla.


Bunun nedenlerinden birisi de, özgür bir bireyin ortaya çıkmamış olmamasıdır. Hiçbir hareket özgür bireyi istemez. Çünkü özgür birey sorgular, o kolay kolay baş eğmez, asidir. İşte cemaatçi kültür İşte cemaatçi kültür (soldan sağa) bu özgür bireyin doğumuna izin vermez.bu özgür bireyin doğumuna izin vermez. Birey özgürleşmeye başladığı an kendi içinde onu boğar ve bir vidaya, bir emir erine dönüştürür. Bireye kendi başına hiçbir değer ifade etmediği hissettirilir, söylenir. Birey ise, kendi karakterinden vazgeçer bir makineye dönüşür, topluluğunun herhangi bir parçası olur. Kendisini değersiz ve güçsüz hisseder ait olduğu topluluk dışında. Artık onun tek görevi içinde olduğu mahallenin resmi ideolojisini savunmaktır.
Burada en önemli noktalardan birisi de şudur: Herkesin kendine göre kırmızı çizgileri vardır. Her kesime göre değişir bu kırmızı çizgiler. Ve bu kesimler kendilerince kırmızı çizgileri aşanları “vatan haini” ya da “devlet yanlısı” olarak bile suçlamakta tereddüt etmezler. Aslında en küçük bir eleştiri bile kırmızı çizgiyi aşmak olarak değerlendiriliyor çoğunlukla. Kimi eleştirsen sanki onun düşmanıymışsın gibi görülüyor insan.
Ana sorun şudur: Türkiye’de hiçbir kesim sağdan sola, Türkünden Kürdüne Çerkesine kendi düşüncesinin eleştirilmesine hazır değil. Herkes düşünce ve ifade özgürlüğünü kendisi için isterken, yalnızca kendisini -kendi tarafını, mahallesini- mağdur gösterirken, makro iktidarı ya da mikro iktidarları eline aldığında en küçük düşünce farklılığını ezerek yok ediyor. Yani herkes kendi resmi ideolojisini ölçü alıyor. Herkesin kendi resmi ideolojisi var. Bunun nedenleri ise başka bir yazının konusu olabilir.
Son söz: Türkiye’de tartışma özgür düşünceler arasında değildir, resmi ideolojilerin savaşıdır.

Erol Anar

(1) Sina Akşin: 100. Yılında Jön Türk Devrimi, sayfa 142.

https://www.iskultur.com.tr/100-yilinda-jon-turk-devrimi.aspx

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!