İttihat ve Terakki Anlayışı Günümüzde Hâlâ Geçerlidir

İttihat ve Terakki Anlayışı Günümüzde Hâlâ Geçerlidir

Yani İttihat ve Terakki ruhu ve anlayışı günümüzde hâlâ yaşamaktadır ve geçerlidir. “Soldan” sağa çoğu kesime de sızmıştır.

Jön Türkler, hiçbir zaman sisteme ya da devlete karşı olmamışlardır. Aksinde onlaın tüm çabası devleti ve sistemi kurtarmaktı. Ama bunu yapma yolunda farklı düşünceleri vardı. Aslında hepsi Avrupa uygarlığını ölçü alıyordu, ama o uygarlığın ne kadarını aktaracakları konusunda anlaşmazlık çıkıyordu. Dinden de de çoğunlukla vazgeçemiyorlardı. Bunların önemli bölümü, İslâm’ın Avrupa uygarlığı ile çelişmediği düşüncesini geliştirmişti.  Ama Jön  Türkler eziktir Avrupa karşısında. Çünkü bir ayakları Avrupa’da olduğu için oradaki gelişmeleri bilirler ve geldikleri toplumun her yönden geriliğini ve hatta toplumsal sınıfların bile oluşmadığı bir toplum oluşu gerçekliğini. Bu anlamda Jön  Türkler, Avrupa aydınına hayrandır, Türkçü olanları bile. Avrupa aydını karşısında aşağılık kompleksi duymaktadır. Hemen bütün kesimlerden Jön  Türkler, (Prens Sabahattin’den Ahmet Rıza’ya ve sonraları Ziya Gökalp’e) Avrupalı sosyologları temel alarak (kopye ederek hatta) kendi düşüncelerini geliştirmişlerdir.

«Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hâsıl etmeye imkân yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir.» diyor, Fuad Paşa. [i]

Osmanlı seçkinlerinin, yabancı sefaretlerle olan yoğun ilişkilerinin nedenlerini Fuad Paşa kendince açıklıyor. Yukarıdaki alıntıda Fuad Paşa, “aşağıdan bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur.” derken, aslında seçkinlerin halka yönelik tepeden bakışını da ifade ediyor. O günün şartları içinde Osmanlı’da Avrupa’da olduğu gibi toplumsal sınıflar o kadar belirgin değildir. Hak arama mücadelesi de çok yaygın ve Avrupa’da olduğu gibi şiddetli değildir. Ve Avrupa’da olduğu gibi bir birey yoktur, cemaatler egemendir. Bu anlamda irdelenirse doğrudur Fuad Paşa’nın tespiti. Ama onun kastı bu değil, Türkiye’de seçkinler ve aydınlar her zaman halka tepeden bir ifadeyle küçümseyerek bakmış, bu yüzden de halkı değil de, devleti kurtarmaya yönelmişlerdir. Jön Türklere köksel olarak dayanan İttihatçı/Atatürkçü ve Islâmcı “aydın prototipi” de yine halkı ikinci plana iterek, o kutsal “devleti kurtarmaya” yönelir. Bunda tabi bu düşüncelerin Jakoben karakteri de rol oynar. İşte bu yüzden “reformlar” tepeden inmecidir ve toplum kitlelerinde güdük kalmış, birçoğu da içselleştirilememiştir. Yıl 2020 hâlâ da öyledir.

Yabancı güçlerden medet ummak, onlarla iyi ilişkiler kurmak yalnızca bir tarafa mahsus değildir. İttihatçıların da sefaretler ve emperyalist ülkelerle iyi ilişkileri vardı. Hatta Osmanlı’da sefaretler o kadar etkiliydi ki bazı dönemlerde, sadrazam tayininde bile rol oynayabiliyorlardı.

İttihat Ve Terakki Cemiyeti

İttihat ve Terakki Cemiyeti, öyle bir örgüttür ki, 100 yıldan fazla sonra hâlâ siyasi partilerin çoğunun ruhlarında yaşamaktadır. Cumhuriyet rejiminin kavramlarına da sızmıştır. Bugün geldiğimiz aşamada İttihatçılık hâlâ egemendir, adı öyle konulmasa bile. “Atatürkçülük” ile İttihatçılık birleşmiştir, bu yüzden İttihatçı/Atatürkçülük olarak nitelemek daha doğrudur. Zaten (Kemalizm’in ve daha sonra Atatürkçülük’ün), kökleri ve bütün kadroları İttihat ve Terakki’den gelmiştir) Çünkü bir anlamda Envercilik, Kemalizmin önüne geçmiştir. Bu duruma Mustafa Kemal’in kendisinin bile karşı çıkacağını düşünüyorum. Bu konuyu gelecek yazılarımda daha detaylı olarak ele alacağım.

“Jön Türkler, 1918’de iktidarları sona erinceye kadar, ilkin (İttihad-ı Anasır fikrinin çözüm olmadığının görülmesi üzerine) Panislâmizm ile, daha sonra, İslâm’ın bile imparatorluğa bağlılık için temel oluşturamayacağı ortaya çıkınca, -1913’ten sonra giderek daha çok- (Pan)Türkizm ile bu siyaseti izlediler.”[ii]

İttihat ve Terakki Cemiyeti açığa çıkmadan önce bile Osmanlı Devletinde kurulmuş en güçlü, en yaygın örgüttür. 1907’de yurt içinde ve dışında 17 şubesi olan (Kansu, 1995; 62) İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1911’de artık İmparatorluk çapında örgütlüdür (Ahmad, 1995,129). İmparatorluğun en sanayileşmiş kenti Selanik’te kök salan İttihat ve Terakki, Manastır, Üsküp, Girit, Kırım, Kafkasya, İzmir, Trabzon, Şartı gibi yerler başta olmak üzere, çok yaygın bir örgütlenmeye gitmiştir. İmparatorluğun tüm yönetsel mekanizmasına hakimdir; öyle ki 1913’ten sonra, Nazım Paşa hariç bütün valiler İttihatçıdırlar (Ahmad, 1996, 53). İttihat ve Terakki’nin yan kuruluşlarından biri olan Türk Ocağı’nın 1918’de yalnızca İstanbul’da 2.743 üyesi ve 28 şubesi bulunmaktadır (Parlar, 1997, 87)[iii]

Bugüne ne kadar benziyor değil mi? Şimdi de bütün valiler AKP’li, gayri resmi olarak da olsa.

Gizliliğe bu derece önem veren bir örgütün, aynı zamanda yayılmaya da bu kadar önem vermesi ilginçtir.

Yayılabildiği her yere yayılmış, ulaşabildiği herkese ulaşmayı denemiştir Cemiyet. Ama örgütlenme şekli itibariyle örgütün temel çekirdeğini yine de kendi üyelerinden dahi gizlemiştir. Karar alıcı mekanizmadır bu.

Enver Paşa

İttihat ve Terakki’nin paramiliter milis örgütü:

“Enver Paşa’nın Belçika’dan çağırdığı M. Parfitte, Osmanlı Güç Dernekleri’hin askeri bir yapı içinde örgütlenmesini sağlamıştır. Bu örgütlenmeye göre keşşafların başbuğu Harbiye Nazırı, dolayısıyla Enver Paşa’ydı. Kalgay adını alan yardımcı M. Parfitte’in yanı sıra koldaşlıklara Doktor Nâzım, Eyüp Sabri, Burdur mebusu Atıf gibi ittihat ve Terakki’nin önde gelen kişileri getirildi. Derneğin kurulmasında güdülen amaç, gençliği askerî bir disiplin altında tutarak, militarist düşünceyle eğitmek ve örgütlemekti.”[iv]

Yaygınlık o dereceydi ki, esnaf kesiminden işçilere, gençlik, kültür, kadın kesimlerinde örgütlenmeler hariç paramileter yan kuruluşlar da vardı. Milisler de. Bunlar İttihat ve Terakki’nin iktidarda olmasına karşın, kendi yerini sağlamlaştırmak için yaptığı girişimlerdi. Kasabalarda da özellikle eşraflar aracılığıyla örgütlenmiştir Cemiyet bu anlamda.

Derin devletin kökleri

“Ünlü Teşkilat-ı Mahsusa ise örgüt içinde örgüt, devlet içinde devlet gibi çalışmaktadır.” [v]

Derin devlet köklerini o zamanlardan alır. “Devlet içinde devlet” denilen bu çekirdek, önemini ve etkisini hiçbir dönemde kaybetmemiştir bugüne dek. Zamanın muktedirlerinin “Bin operasyon yaptık.” sözlerindeki gizli ve devletin kendi yasalarına bile aykırı operasyonları yapan, işte bu çekirdek devlettir. Bu, devletin gizli, vurucu gücüdür. Çünkü bu çekirdek kadro, resmi ideoloji sınırları içinde düşünmeyen herkesi “doğal düşman” olarak görür ve bazen de ortadan kaldırır.

Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olan Fuat Balkan şöyle diyor:

“Vatanseverliğin en müfridine Komitacılık denir! Ve komitacı, vatan davası karşısında her şeyini, hatta canını dahi feda eden; gözünü budaktan sakınmayan, tepeden tırnağa feragat kesilmiş insandır. Memleketinin ve milletinin menfaati gerektirdiği zaman merhamet bilmez, yakmak lazımsa gözünü kırpmadan yakar, yıkmak gerekirse yıkar, kırar, döker! Taş üstünde taş, omuz üstünde kelle bırakmaz!!.. Kaç defa böyle vaziyetler karşısında kaldık ve yapılması lazım olanı yaptık!” [vi]

İşte bu anlayışa göre, kendisi gibi düşünmeyen herkes, “vatan haini”dir. Bugün de öyledir, sadece savaş zamanında değil. Yakar, yıkar, suikast yapar; gazetecileri, bilim insanlarını öldürür. Hırsızlık yapar gerektiğinde. Tüm bunları da “vatan” için yaptığını düşünür. Bu yolda yapılan her şey mübahtır, bu anlayışa göre. Örneğin o dönemde İttihatçı kadroların önde gelenleri zengin olmuşlar. (Bir örnek vermek gerekirse Kara Kemal) Bugüne gelelim o günün yetkililerinden önemli olanlara bakalım. Çoğu milyon dolarlık rüşvetler almışlar. Susurluk’a baktığımızda bunların hepsi ortaya çıkmış, ama derin devlet üstünü kapattı. Bu anlayışa göre “memleketin ve milletin menfaatini” kendilerinden başka kimse düşünemez. İşte bu anlayış egemendir.

“İttihat ve Terakki Tarikatı”

Hüseyin Cahit Yalçın “İttihat ve Terakki adeta bir nevi tarikat, mezhep ve iman halinde yaşadı. İttihat ve Terakki’ye ilk girmiş olanlar, ona imanlarını ve ideallerini hiçbir zaman kaybetmediler”;[vii]

Cemiyet’e üye olma ritüeli bile korkutucu ve gizemli idi. Bu Cemiyet’e girildikten sonra bir daha çıkılamaz idi. Çıkmak isteyenler “hain” olarak damgalanıp infaz edilirlerdi.

Yani öyle bir Cemiyet ki bu, her türlü yöntem mübahtı siyasal iktidarı ele geçirmek ve elde tutmak için. Ve kendisi gibi düşünmeyen herkes vatanın düşmanı idi. Bu Cemiyet’in katı Jakoben karakteristiğinin bir yansımasıydı.

“The Times yazarı Gene de Graves iyi bir gözlemciydi; İstanbul’a gelişinden birkaç ay sonra, Avrupa’daki anlamıyla sınıf kavramı Osmanlı toplumuna tümüyle uygulanmasa bile, Genç Türk hareketinin özünde bir orta sınıf hareketi olduğunu oldukça doğru bir şekilde saptamıştı: ‘Yüksek görevliler, genel olarak, harekete düşmandılar… Aşağı sınıflar, kural olarak, kayıtsızdılar. Reform hareketinin başını çekenler ordu ve bahriyedeki düşük rütbeli subaylar; hükümet memurlarının, serbest meslek sahibi sınıfların ve ulemanın orta ve aşağı katmanlarıydı.”[viii]

Türkiye’de tarihsel olarak aydınlar topluluğu, (Entelijansiya – Intelligentsia)- ki Avrupa’da olduğu gibi devletten bağımsız doğmadı, tam da devletçiliğin ortasında, devletin kucağında doğdu ve büyüdü- alt sınıflarla buluşamadı. İşçi ve köylülüğe ulaşamadı. 1970’li yılların sonlarına doğru Marksist devrimci bazı hareketler bunu denedi, sınırlı da olsa bir köylü ve işçi kitlesine ulaşmayı başardılar. Ama askeri darbe ile işçi ve köylüler tekrar eski yerlerine döndüler ve muhafazakâr düşünceyi desteklemeye devam ettiler. Bugünkü siyasal iktidarın en büyük destekçisi işçi sınıfından (özellikle kentlerin varoşlarındaki), Anadolu’nun orta, iç ve kuzey tabakalarındaki köylülükten gelmektedir. Yani bu köy-kasaba- yer yer köyleştirilmiş kentin varoşları hep gericilere, tarikatlara destek oldu kısa belli dönemler dışında Türkiye’de. İşte bu ta Jön Türklerden beri böyledir. Aydın, kendi halkına yabancılaşmıştır, ona ulaşamamaktır. Bunun bir nedeni de resmi ideolojinin de etkisiyle “aydın’ın devletçi düşünceden kurtulup da bir türlü toplumu düşünememesidir. Devleti kurtarmaya soyunurken, halkı unutmuştur bu aydın prototipi.

Bu noktada şunu da saptamak gerekir, Kemalist / Atatürkçü aydın tipi de, Jön  Türkler gibi devletçidir ve devleti kurtarmaya çalışır. O da halka yabancıdır. Orta sınıf hareketi olarak alt sınıflardan kopuktur. Yukarıdan aşağıya yapılan “çağdaşlaşma” eylemleri aşağıda tutmamaktadır. Yıl 2020. Hâlâ aynı sorunlar yaşanmaktadır. Devletten kopamayan, bağımsız düşünmeyen, devletin önüne toplumun çıkarlarını koyamayan bir aydın tipi, halka yabancılaşmaktan ve elitleşmekten kurtulamayacaktır.

Bugünün rejimini ve gelinen noktayı anlamak için bence özellikle 1908 II. Meşrutiyet ile 1923 arasındaki tarihe bakmak gerekiyor. Bu noktada Cumhuriyet, Osmanlı’dan gerçek anlamda bir kopuş mu değil mi, sorununa da bakmak gerekiyor. Osmanlı’dan koptuğu noktalar da var, onun devamı olduğu noktalar da. Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti önem kazanıyor. 1918’de kendisini feshetmesine karşın, bu Cemiyet günümüze kadar varlığını sürdürdü. Hatta ilk Kemalist kadrolar, aydınlar da İttihat ve Terakki kökenli idiler. İttihat ve Terakki içinde iki kanat vardı asıl olarak. Birincisi “Avrupa’nın çağdaş uygarlığını kendine ölçü olarak alan” bir Türkçü -Laik kanat idi. (Kendine özgü bir laiklik anlayışı) Diğeri ise İslâmcılığı Türkçülüğün önüne koyan, ama Türkçülükten de vazgeçmeyen kanat. Tıpkı bugünkü AKP-MHP iktidarında olduğu gibi. İşte Cumhuriyet tarihi bugüne dek bu iki kanadın çatışmasından oluşur. Her iki kanadın benzer özelliği ise her alanda tektipçi olmalarıdır. Gelinen noktada İslâmcı-Türkçü kanat siyasi iktidarı ele geçirdi. Yani aslında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir kanadından diğer kanadına geçti siyasi iktidar. İttihat ve Terakki Cemiyeti o derece güçlü bir örgüttür ki, yüz yıldır hâlâ varlığını devam ettirmektedir gayri resmi olarak. Gücünü ise resmi ideolojiden almaktadır. Bunu anlamadan gelinen aşamayı anlamak olası değildir. İşte bu konuları irdeleyen makaleler yazıyorum. O günden günümüze kadar gelen.

Örneğin bugün siyasal iktidarın İslâmcılıkla ilişkili icraatları yine İttihat ve Terakki’nin bir kanadından gelen CHP ile çelişki yaratır. Ama Türkçü politikaları her iki parti tarafından da onaylanır ve desteklenir. AKP, ümmetçiliği zaman zaman milliyetçiliğin önüne koyan, ama milliyetçilikten vazgeçmeyen kanadı temsil eder. O noktalarda “Türkçülük” konusunda birleşip, “İslâmcılık” konusunda ayrışırlar. Ama resmi ideoloji söz konusu olduğunda hemen hepsi aynı yerdedir.

Yani İttihat ve Terakki ruhu ve anlayışı günümüzde hâlâ yaşamaktadır ve geçerlidir. “Soldan” sağa çoğu kesime de sızmıştır.

Erol Anar

Dipnotlar


[i] Sina Akşin, Barış Ünlü, Sarp Balcı: 100. Yılında Jön Türk Devrimi, sayfa 7.

https://www.nadirkitap.com/100-yilinda-jon-turk-devrimi-sina-aksin-baris-unlu-sarp-balci-kitap9484368.html

[ii] Erik Jan Zürcher: Milli Mücadelede İttihatçılık, sayfa 39.

https://www.nadirkitap.com/milli-mucadelede-ittihatcilik-erik-jan-zurcher-kitap20069304.html

[iii] Emel Akal, sayfa 35-36.

[iv] Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 2. Cilt, II. Meşrutiyet Döneminde Paramiliter Gençlik Örgütleri, Zafer Toprak, İletişim Yayınları, sayfa 342-351.

https://www.nadirkitap.com/tanzimat-tan-cumhuriyet-e-turkiye-ansiklopedisi-cilt-1-6-kitap747753.html

[v] Emel Akal: Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, Tüstav Yayınları, sayfa 39.

https://www.nadirkitap.com/milli-mucadelenin-baslangicinda-mustafa-kemal-ittihat-terakki-ve-bolsevizm-emel-akal-kitap19588609.html

[vi] Alkan, 1998, 10.

[vii] Emel Akal, sayfa 36.

[viii] Feroz Ahmad: İttihatçılıktan Kemalizme, sayfa 201.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!