“Ters” Olmak Üzerine

“Ters” Olmak Üzerine

Eğer özgürlüğümü ölçebilseydim, onun bir santimetresini bile hiç kimseye, hiçbir kuruma ödünç vermezdim. Ne devlete, ne de ona muhalif kurumlara. Ve şimdiye dek insanlar, toplum için yaptığım ne varsa karınca kararınca, bunları bireysel özgürlüğümü kimseye emanet etmeden yaptım.

Ömrüm boyunca “ters” biri oldum. “Herkes gider Mersin’e, ben giderim tersine.” sözünde olduğu gibi, tersine gittim hep.

Doğduğum mahallenin hemen arkasındaki ırmağın adı bile “Tersakan” idi. Kurallara, hiyerarşiye, yasalara, otoritelere uymamaya çalıştım elimden geldiğince hep. Bu yüzden birçok kez de yargılandım. Bu terslikten dolayı bir partiye, siyasal örgüte de girmedim. Çünkü disiplin ve emir altına girmek bana uymuyordu.

Düşüncelerim çoğunluğa ters gelir. Ama ben bu “terslikten” memnunum. Herkese ve her şeye karşı olmanın bedeli bu biraz da.

Paranın, kariyerin değil, aşkın peşinde gittim. Herkes yaşamak için Avrupa’ya, Avustralya’ya, Kuzey Amerika’ya giderken, ben tersine Güney Amerika’ya gittim.

Şimdi yaşadığım yerde mevsim bile ters. Herkes yaz yaşıyor, biz burada kış yaşıyoruz. Bugün şu an sıcaklık 3 derece burada.

Neye göre “terstim” peki? Geçerli olan ideolojiye, kurallara, inançlara, kahramanlara, tabulara ve her şeye göre ters.

Evet o zamanlar, daha bir çocukken bile anarşist bir ruha sahiptim. Geldiğim aşamada yine asi bir ruha sahibim, ama o zamana göre daha bilinçliyim bu konuda.

***

Dadacılardan George Grosz şöyle diyor:

“Berlin’deki atmosfer farklıydı. … Biz Dadacılar, ‘miting’ler yapardık, adını böyle İngilizce olarak telaffuz ettiğimiz bu toplantılara bilet de satar, gelenlere gerçeklerden bahsetmek kisvesi altında hakaret ederdik. Onlara küfür eder, itiraz eden olursa askeri bir disiplinle tersleyip yerine oturturduk. Bu toplantılar duyulunca, meraktan bir sürü kişi gelmeye başladı. Pazarları, tıka basa dolu toplantılar yapardık. Fakat o kadar çok olay çıkmaya başladı ki sonunda polis çağırmaya başladık. Her şeye hakaret ediyor, hiçbir şeye saygı duymuyor, her şeye tükürüyorduk: işte bu Dada’ydı.” [1]

Bu sözler üzerine biraz düşününce, şu noktaya ulaştım: Bütün insanlık olarak şimdiye kadar yarattığımız “iyi” ve “kötü” bütün kişileri, kahramanları, kurumları, kavramları, ideolojileri reddetsek, bizi tutsak eden her şeyden bir anda kurtulsak ve yeniden sıfırdan hiçbir önyargımız olmadan toplumsal bir yaşama başlayabilsek nasıl olurdu? Eger Tabula rasa (boş levha) bir akıl ile yaşamaya devam etseydik neler olabilirdi?  

İşte orada belki de özgür toplumun tohumları atılmış olurdu. Önyargılar, üstünlük iddiaları, ayrılıklar, ötekileştirmeler, iktidar araçları bir anda ortadan kalkar, anlamsızlaşır ve herkes eşit olurdu.

Demek ki özgürlük reddetmeyle başlıyor.

Oradan, çocukluğumdan bugüne, özgürlüğün en önemli kavram olduğunu öğrendim. Özgür ve eşit bir toplumun ise bugünden, şimdiden başladığını öğrendim. Yarın diye bir şey yoktu aslında. Bu sadece bir bahaneydi. Bugün senin üzerinde iktidar kuranlar, seni köleleştirenler, aynen bir öteki dünyada cennet vadeder gibi sana yarın özgürlüğü vadettiler. Bu en büyük kandırmaca idi. Çünkü senin bireysel özgürlüğünü elinden alan, devletten ve sistemden artakalan bir parça özgürlüğünü bile bırakmayan, bir parça özgürlüğe bile tahammül edemeyen, kişi ve kurumlar özgürlüğü asla getiremez. İşte zamanla öğrendiğim gerçekler bunlardı kendi adıma.

Eğer özgürlüğümü ölçebilseydim, onun bir santimetresini bile hiç kimseye, hiçbir kuruma ödünç vermezdim. Ne devlete, ne de ona muhalif kurumlara. Ve şimdiye dek insanlar, toplum için yaptığım ne varsa karınca kararınca, bunları bireysel özgürlüğümü kimseye emanet etmeden yaptım.

Erol Anar

2 Temmuz 2020

Paraná


[1] Aktaran: Ahu Antmen: “20. Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar”, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2. Baskı, 2008, sayfa 131.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!