Gerçek Tutkusu ve Derin Sular

Gerçek Tutkusu ve Derin Sular

Resim: Georges Seurat, Man leaning on a parapet (Korkuluklara Yaslanan Adam), 1881.

Gerçek ve hakikati aramak, bir takım hazır formüllere, ezberlere ulaştığını sanıp durmak değildir. O bir sürekliliktir ve aksine ezber bozmak, formüllerin içi boş yanılsamasını kırmaktır.

Hep düşünmüşümdür, bazı insanlar kendi canlarını ortaya koyarak gerçek ve hakikatin peşinde giderken – son derece az sayıdaki insan-, neden toplumun çoğunluğunun gerçek ve hakikat diye bir sorunu olmaz? Bu sadece eğitimle ilgili de değil. Manipülasyon yapan ve gerçeği karartanların çoğu da “eğitimli”. Sistemin uzmanları da öyle. Hepsi de “iyi eğitimli”.

Neden Sokrates, Giardano Bruno gibi insanlar gerçek ve hakikatin peşinde, geri adım atmadan ölüme gitmeyi göze aldılar? Bazı insanlar isteseler de gerçek ve hakikate gözlerini kapayarak, onları sanki yokmuş gibi davranamazlar. Onlar bu dünyaya gerçek ve hakikati keşfetmek ve sorgulamak için gelmişlerdir. Bu da tehlikelidir.

“Gerçekten yaşamaya, ancak felsefenin ucunda, onun yıkıntılarının üzerinde, dehşet verici hükümsüzlüğünü ve hiçbir yardımda bulunamayacağını anladığımızda başlarız.”[i]

Varoluşçu bir bakış açısı. Katılıyorum Cioran’ın bu tespitine. İnsan bu dünyada gerçeğe çoğu zaman yıkıntılar ve umutsuzluklar içinde rastlar. Gerçek o kadar katıdır ki bazen, bu yeryüzünde ondan sert, katı başka hiçbir şey olamaz. Onu taşımak da zordur, bir kez gördüğünde.

Şu anın, içinde yaşadığımdan, anın dışında hiçbir şeye gerçek diyemiyorum. Belki de hiç yaşanmadı geçmiş ve gelecek de yok. Kim bilir?

“Bu hayatta bir şeyleri fark eden çok az sayıda insan olduğunu gözlemledim. Kesinlikle hiçbir şeyi anlamamış büyük yazarlarla karşılaşabilirsiniz. Bunlar yetenekleri olan ama değersiz kişilerdir. Tam tersine sokaklarda, bir barda sizi aydınlatan, derinlere inebilen büyük sorunları ele alabilen kişilerle tanışabilirsiniz.” diyor Cioran. [2]

Bazı yazarlar vardır, Cioran’ın dediği gibi yeteneklilerdir. İyi imgeler bulur, sözle iyi oynarlar. Ama içi boştur kelimelerin, derine inemezler. Ama hepsi o kadar, edebi anlamda “büyük” ve tanınmış yazar olsalar da, ben derinlik ararım bir yazarda. Örneğin Dostoyevski gibi derinliğe sahip olarak,  insan ruhuna sızan yazar gerçekten çok azdır. O kadar olmasa bile derinlik ararım bir ölçüde okuduğum yazarlarda bir okur olarak. İnsanlarda da derinlik ararım. Gerçekten hayatın derinliğini kavrayabilmiş insan sayısı çok azdır, Cioran’a katılıyorum. Toplumun çoğunluğu hayatı anlamadan, onun bir santimetre derinine inmeden ona veda eder. Hayatta kalmak için yaşar, ölür gider.

Çoğu insan da derin değildir, yüzeyde yaşar toplumun çoğunluğu. Ne gerçeği ararlar, ne de herhangi bir derinliği. Yüzeyde doğar, yüzeyde yaşar ve orada da ölürler. Ne gerçek diye bir sorunları olmuştur hayatları boyunca, ne de derinlik. Çoğu kendi hayatlarının içine 1 santimetre bile inmemiştir. İşte bu nedenle Cioran’a katılıyorum. Dünyada, ondan kesinlikle hiçbir şey anlamamış insanlar, -yazarlar, sanatçılar, politikacılar, meslek sahipleri vb…- egemendir. Toplumun belki yüzde 1’i bile değildir, dünyayı çözmeye ve derinlik aramaya çalışanlar. İşte bu nedenle yazarların yüzde 90’ında da herhangi bir derinlik yoktur. Buna gerek de yoktur, çünkü toplum zaten derinlik aramaz; o her şeyi yüzeyde sever.

Resim: George Seurat, Landscape (Peyzaj),

Cioran derindir, ama bir anlam aramaz. O anlamın farkına varmıştır bu derinlikte o yüzden şöyle der: “Hiçbir şeyin anlamı olmadığına gerçekten inanıyorum.” 

O gerçeği de aramaz aslında, ama ona yaklaşmıştır istemese de. Kara yazıyor, kaleminden kara varoluş damlıyor. Yutulmaz kelimeleri çıkarıyor içinden ve onları bütün katılığıyla okura sunuyor. Hazmetmesi zor onu. Ama çok severim.

Bazı insanlar birbirlerini hemen anlarlar. Onların birbirlerini yıllardır tanımış olmalarına, uzun uzun konuşmalarına, sohbet etmelerine gerek yoktur. Birkaç kelime ile hemen derinlikte buluşurlar. İşte bu insanlar gerçeğe tutkun, derinlik arayan, iç dünyası çok geniş olan insanlardır. Ve onların sayıları çok azdır toplum içinde. Diğerleri arabalardan, futboldan, güncel siyasetten ya da popüler olan şeylerden söz ederken; bu insanlar böylesine yüzeysel, sığ bir dünyada biraz da olsa derinlik ararlar, onu yaratmaya çalışırlar. İşte bu yüzden onlar karşılaştıklarında, bir bakışta kimin derin bir ruha sahip olup olmadığını hemen anlarlar.

Hayatımı ikiye ayırıyorum. Birinci dönem, başkalarının beni nasıl gördüğüne çok önem verdiğim yıllar. Bu da kaçınılmaz olarak sürekli kendini tekrarlamayı ve kanıtlamayı gerektiriyor. Eskiden birisi bana “deli” dese örneğin,  “Hayır sandığınız gibi deli değilim.” diyordum. Şimdi ise “Evet, deliyim, senin ölçülerine göre normal değilim ne olmuş?” diyorum.

Hayatımın ikinci aşaması ise, başkalarının benim hakkımdaki düşüncelerine değil, benim kendim hakkımdaki düşüncelerime önem verdiğim yıllar. İnsanlar benim hakkımda ne düşünürlerse düşünsünler, ben kendi yoluma gitmeye devam ediyorum. Tek başıma. Ve onların yollarının tam tersine.

Gerçek ve hakikati aramak, bir takım hazır formüllere, ezberlere ulaştığını sanıp durmak değildir. O bir sürekliliktir ve aksine ezber bozmak, formüllerin içi boş yanılsamasını kırmaktır.

İşte burada başkalarının benim hakkımdaki düşünceleri önemini yitirdiği için, kendimi kanıtlama eylemine de gerek kalmıyor. Bu noktada kendime daha çok yaklaşabiliyorum. Gerçek ve hakikate de. Bu noktada sular daha da derinleşiyor. Ve suyun altında nefesini tutarak daha fazla kalabiliyor, daha derinlerindeki manzarayı görebiliyorsun.

Erol Anar


[1] Emil Michel Cioran: Çürümenin Kitabı, Metis Yayınları, sayfa 67.

https://www.kitapyurdu.com/kitap/curumenin-kitabi/44800.html

[2] Emil Michel Cioran, A Century of Writers (1999)

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

erol anar
error: Content is protected !!