Ertesi gün bir kafede kahvaltı yapıyoruz. Arkadaşım öğleye doğru ancak kalkabildiğimizden dolayı işine gidemedi. Menüde, bir koyu kahve ve sert sigaradan oluşan “egzistansiyalist kahvaltı” gözümüze ilişiyor. Ama biz başkasını tercih ediyoruz. Ve gülümsüyorum, elbette sabah sabah böyle bir kahvaltı yapan bir kişi Sartre’ın bunaltısının tam içine düşer.
O zaman özgürlük ile mutluluk arasında bir bağ vardır. Fakat kendisini mutlu hisseden insan, her zaman özgür hissetmeyebilir. Ya da kendisini özgür hisseden insan, her zaman mutlu hissetmeyebilir, diyebiliriz. Buraya kadar söylediklerimin hepsini unutarak yeniden soruyorum: Sahi özgürlük nedir?
Özgürlük de mutluluk gibi avuca alındığında sessizce ölür. Sadece özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insani özgürleştirir.
Ȍyleyse artık medya bireyin kendisidir; ne yazılı basına ihtiyaç var, ne de yalanın sözcüsü televizyon kanallarına. Yeni çağ kendi medyasını da yarattı. Bu kaos ortamında, yolda yürüyen insan, artık yazılı ve görsel basındır; bu insanın elindeki cep telefonu da sisteme karşı bir araca dőnüşebilir.
Gerçekte onun yaşamı ölüm ile yaşam arasında bir yerde geçmiştir.
Belki de bu yüzden daha otuz yedi yaşındayken tabancayla kendisini göğsünden vurarak intihar etmiştir.
Van Gogh, resim sanatının Dostoyevski’sidir.
Sistem sizi evcilleştirmek için iktidarı veriyormuş gibi yapar, ama asla gerçekten iktidar olamazsınız, hūkūmet olursunuz. Syriza hükümeti öncesinde protestolarda, polis copu ve biber gazı yiyenler vardı. Şimdi de Syriza iktidarında aynı şey var.
Sistem elindeki araçlarla kendi doğrusunu, toplumun doğrusu ve tartışılamaz tek doǧru olarak açıklar. En sonunda sistemin doğruları, toplumun geniş kesimlerini vurur.Son kertede belirleyici olan, doğru veya yanlış değil, gūçtūr.
Özgürlük Ȍzgürlüğü elde edemezsiniz. Özgürlük olabilirsiniz ancak. Özgürlük olmak demek, özgürlüğe olan inanca sahip olmak demektir. Ȍzgürlük bence, bu sonsuz yolculukta bir sonuç değil, bir […]
Bazen bir gerçeği sanki bir rüya görürmüş gibi yaşarız; bir rüyayı ise o derece hissederiz ki, sanki kaskatı bir gerçeğin ortasındaymışız gibi ürpeririz.