Dostoyevski çocukluğumdan bu yana favori yazarlarımdan birisidir, hatta bir yazardan daha fazlasıdır. Onunla ilk kez kitap okumaya başladığımda insan davranışlarını ve hayatı tanımaya başlamıştım . İlkokul beşinci sınıfta onun kitaplarıyla tanışmıştım. Babam Rus klasiklerini severdi. Tüm kitaplarını, daha ergenlikte bitirmiştim. Ama şimdi yıllar sonra tekrar Dostoyevski üzerine kapsamlı bir makale yazmaya karar verince, onun tüm kitaplarını yeniden okudum. Tabi aradan yıllar geçtiği ve ben aynı kişi olsam da hayata daha farklı bir açıdan baktığımdan, onun yapıtlarına da eleştirel yaklaşıyorum. Ama bu onun, benim için dünyanın en önemli yazarlarından birisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çok sular akmış köprülerin altından o zamandan bu yana. Ama Dostoyevski hâlâ dünya edebiyatının devi olarak yerinde duruyor ve değerinden bir şey kaybetmek bir yana, giderek de yıllanmış bir şarap gibi değer kazanıyor.
Dostoyevski’yi okuyanların bir kısmı onu çok severler bir kısmı hiç sevmez, hatta nefret edebilirler. Böyle yazarlar vardır; sevenler çok sever, sevmeyenler nefret eder. Dostoyevski, işte o yazarlardan birisidir. Aslında ben kişisel olarak onun yazarlığın biraz ötesinde olduğunu düşünüyorum.
Month: May 2018
Ben Robot Deǧilim Google
Neredeyse insanlar toprağa verilmeden önce tabuttan çıkıp selfie yapacaklar ve Facebook’ta yayınlayacaklar. Google’da arama yaparken, bazen sizin robot olup olmadığınızı öğrenmek amacıyla, ‘Ben robot değilim’
Sana Mektuplar: Bir Ada Hikâyesi
Cioran, bir kitabında bir yükten kurtulmak için yazdığını söyler.[iii] Ben de bir yükten kurtulmak için sana bu mektubu yazıyorum. Bu yük yüzyılların yükü belki de. Yazdıkça hafiflediğimi hissediyorum. Evet açık yara kanıyor, ama bu da yazmanın ve hafiflemenin bedeli olsa gerek. sevgilim. Bu dünyada bedelsiz hiçbir şey yoktur. Ne acılar bedelsizdir, ne mutluluklar. En büyük bedeli ise özgürlüğe öderiz.
“Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış?” [iv] der yine Cioran. Düşecek yer kalmayan insan dibe vurmuştur artık, yaşanabilecek her şeyi yaşamıştır ve bedelini de yüksek tutarda ödemiştir bunun. Dolayısıyla daha fazla dibe vuramaz. Belki de bunun için “bir uçurum kadar kusursuzdur.” Çünkü böyle bir insanın kendisi artık bir uçuruma dönüşmüştür, kendisinin uçurumudur o artık. Çünkü o kadar dibine inmiştir hayatın.
Resmi Tarih Anlayışları ve Nesnel Gerçeklik
O zaman gerçek tarihi, yalnızca ona nesnel ve diyalektik olarak bakabilenler; olayları, olguları, kavramları bütünsellik ve kendi konjonktürel tarihsellikleri içinde dün, bugün ve yarın bileşiminde değerlendirebilenler görebilir. Bunun için de resmi tarih anlayışından koparken, aynı zamanda ideolojik filtre ve çarpıtmalardan da kaçınmak gerekir.
“Tarihten öğrenebileceğimiz tek şey; insanların asla tarihten hiçbir şey öğrenemeyeceğidir.” diyor Hegel. [1]
Tarih öyle bir şey ki insanlar ona baktıklarında görmek istediklerini görüyor, görmek istemediklerini görmüyorlar. Herkesin kendine göre bir resmi tarih anlayışı var. Bir yerde resmi tarihe karşı çıkan bir insan, inanç ve ideolojisinin etkisiyle, başka bir yerde başka bir resmi tarihi savunabiliyor.
Güneşe Sıkılmış Bir Kurşundur 21 Mayıs
21 Mayıs bitmeyen bir mumdur, eridikçe, damlaları yaralı yüreklerin üzerine düştükçe acı verir, ama aynı anda karanlık bir geçmişi aydınlatarak geleceğe taşır.
Tarihte, işgalci ordular ile direnen halkların, işgal edilen ülkelerin direniş kuvvetleri her zaman farklıdır. İşgal eden, aslında inanmaz yaptıǧına, çünkü başkasının topraǧındadır ve haksızdır. Bu yüzden Kızılderili şefin dediği gibi, işgalciler yıldızların arasında yolculuǧa başladıklarında asla geri dőnmezler. Fakat direnişçiler her zaman őldükleri toprakta kalırlar. Bu sonsuza kadar süren bir gezinmedir. Çünkü őlüm bile, direnen insanı kendi toprağından ayıramaz.
Şimdi orada Karadeniz kıyılarından başlayarak, Çerkesya’nın uçsuz bucaksız ovalarına, daǧlarına kadar, gőrünmez őlüler yaralı ruhlarıyla geziniyor. Onlar Kuban nehrinin ışıklarıyla yıkanıyor ve vahşi dağ çiçekleriyle gülümsüyorlar güneşe.
Kuşatma
Demek istediğim şu: Sistem sizin her yandan satın almaya, evcilleştirmeye çalışır. Öfkenizi, küfrünüzü ve donunuzu bile satın almaya çalışır. Bu insani tepkilerinizin tümünü sisteme hizmet için kullandırmaya çalışır. Siz ise havası alınmış bir balon gibi sönüp gider, buruşur ve bir makineye dönüşürsünüz. “Sus” deyince susan, “konuş” deyince konuşan bir robot olursunuz. Bu nedenle en iyisi gelen teklifleri elinizin tersiyle itip, hiç düşünmeksizin “Hayır!” demektir. İşte insani olan, robotlaşmayan, bu insanı tepkinin satılamaz olmasının gerekliliğidir aslında. Ne mutlu küfrünü satmayanlara!
Entelektüel Olmanın Yeter Şartları
Ekşi Sözlük’te toplam beş sayfalık mesaj girdilerinden oluşan bir bölüm var adı da şöyle: “Entelektüel gibi görünmenin yeter şartları.”
Yorumlarda entelektüel gibi görünmenin yeter şartları konusunda öne çıkan bazı şeyler şöyle: sakal, uzun saç, … Yardımcı aksesuarlar da var bir edebiyat dergisi, ajanda. çanta gibi…
“-her ortamda açılıp okumaya müsait bir dergi. ama fanzin olur, ama çıkaranın bile adını unuttuğu sahaf işi. komegeç , yazın-lık, mor-art gibi alternatif, kelime oyunu ihtiva edenler güzel olur. kimsenin ne anlama geldiğini bilmediği kâh latince’den kâh grekçe’den ilham alınmış isimler de gider.
-hiç olmuyorsa fotoğrafa , sinemaya merak saldığını belli eden alet ,edevat, yazı,çizi olmalıdır yakında. hiçbir bok bilmiyorsan andrey tarkovski ‘den bahsetmek kafidir, zorda kalırsan. onun zaman algısından, ayna ‘da nereye ne göndermede bulunduğundan bahsetmek iyi olur. nasıl olsa birileri bahsetmiştir.oku.
Sürü Psikolojisi: Neden Sürüye Katılmayı Tercih Ederiz?
Sürü psikolojisi ; tabiri 1848’de Amerikan politik sisteminde kullanılmaya başlandı. Dan Rice adında bir palyaço, o zamanlar bando arabası (bandwagon) kullanarak politik turlara katılmıştı. Bando arabası coşkulu müziklerle turlara çıkıyor ve “bandoya katıl” sloganıyla insanların dikkatini çekiyordu. Bu sayede elde ettiği popülerliğinden dolayı, seçimlerde büyük bir başarı kazanmıştır. Bu yüzden İngilizce “Bandwagon Effect” (Bando Arabası Etkisi) olarak tabir edilir.
Psikoloji bilimine göre sürü psikolojisi; bir yığın kurallar ve koşullar dizisiyle temellenmiş belirli inançların, bir grup, topluluk, ülke vs.’nin insanları arasında yayılmasına verilen addır.
“En Tehlikeli İnsan Tipi Az Anlayan Çok İnanandır”
Kuran’ın tamamını okumadan Mūslūman, İncil’i okumadan Hristiyan, Marx’ın tek bir kitabını okumadan Marksist, Bakunin’i okumadan anarşist, Nutuk okumadan Kemalist olanlarla dolu bir dūnyada yaşıyoruz. İnançlar, dūşūnceleri belirliyor. İnançlar, dūşūnceden daha gūçlū. Dūnyayı bu yūzyılda bile inançlar yönetiyor ve determine ediyor; gerçeklik değil.
Daha doǧrusu neye inandıǧını bilmeyen insan, en fanatik insan olabiliyor. Çehov’un dediǧi gibi, ‘en tehlikeli insan tipi az anlayan, çok inanandır.’
Öğrenme Eylemi: Hayatın Sürekli Öğrencisi Olmak
Öğrenmek için sorgulamak şarttır. Başta kendi düşünce ve inançlarımız olmak üzere her şeyi sorgulayabilmeliyiz. Her kitapta yazılan her bilgi doğru olmayabilir. Kitap okurken, doğruluğu konusunda ikileme düştüğümüz bilgileri internetten araştırmalıyız.
Resmi ideolojiler, kendi resmi tarih anlayışlarını da oluştururlar. Bu anlamda, resmi tarih insanı yanıltır, çünkü nesnel ve doğru değildir. Bu anlamda okurken, resmi ideolojinin tuzaklarına düşmemek gerekir. Hatta “aydın” olarak bilinen resmi tarihçiler vardır. Bunların kitaplarını okurken de, doğruluk bilgisini sorgulamak gerekir.