Neredeyse insanlar toprağa verilmeden önce tabuttan çıkıp selfie yapacaklar ve Facebook’ta yayınlayacaklar. Google’da arama yaparken, bazen sizin robot olup olmadığınızı öğrenmek amacıyla, ‘Ben robot değilim’
Day: May 11, 2018
Sana Mektuplar: Bir Ada Hikâyesi
Cioran, bir kitabında bir yükten kurtulmak için yazdığını söyler.[iii] Ben de bir yükten kurtulmak için sana bu mektubu yazıyorum. Bu yük yüzyılların yükü belki de. Yazdıkça hafiflediğimi hissediyorum. Evet açık yara kanıyor, ama bu da yazmanın ve hafiflemenin bedeli olsa gerek. sevgilim. Bu dünyada bedelsiz hiçbir şey yoktur. Ne acılar bedelsizdir, ne mutluluklar. En büyük bedeli ise özgürlüğe öderiz.
“Nasıl bir uçurum kusursuzluğuna ulaşmışım ki düşecek yerim bile kalmamış?” [iv] der yine Cioran. Düşecek yer kalmayan insan dibe vurmuştur artık, yaşanabilecek her şeyi yaşamıştır ve bedelini de yüksek tutarda ödemiştir bunun. Dolayısıyla daha fazla dibe vuramaz. Belki de bunun için “bir uçurum kadar kusursuzdur.” Çünkü böyle bir insanın kendisi artık bir uçuruma dönüşmüştür, kendisinin uçurumudur o artık. Çünkü o kadar dibine inmiştir hayatın.
Resmi Tarih Anlayışları ve Nesnel Gerçeklik
O zaman gerçek tarihi, yalnızca ona nesnel ve diyalektik olarak bakabilenler; olayları, olguları, kavramları bütünsellik ve kendi konjonktürel tarihsellikleri içinde dün, bugün ve yarın bileşiminde değerlendirebilenler görebilir. Bunun için de resmi tarih anlayışından koparken, aynı zamanda ideolojik filtre ve çarpıtmalardan da kaçınmak gerekir.
“Tarihten öğrenebileceğimiz tek şey; insanların asla tarihten hiçbir şey öğrenemeyeceğidir.” diyor Hegel. [1]
Tarih öyle bir şey ki insanlar ona baktıklarında görmek istediklerini görüyor, görmek istemediklerini görmüyorlar. Herkesin kendine göre bir resmi tarih anlayışı var. Bir yerde resmi tarihe karşı çıkan bir insan, inanç ve ideolojisinin etkisiyle, başka bir yerde başka bir resmi tarihi savunabiliyor.
Güneşe Sıkılmış Bir Kurşundur 21 Mayıs
21 Mayıs bitmeyen bir mumdur, eridikçe, damlaları yaralı yüreklerin üzerine düştükçe acı verir, ama aynı anda karanlık bir geçmişi aydınlatarak geleceğe taşır.
Tarihte, işgalci ordular ile direnen halkların, işgal edilen ülkelerin direniş kuvvetleri her zaman farklıdır. İşgal eden, aslında inanmaz yaptıǧına, çünkü başkasının topraǧındadır ve haksızdır. Bu yüzden Kızılderili şefin dediği gibi, işgalciler yıldızların arasında yolculuǧa başladıklarında asla geri dőnmezler. Fakat direnişçiler her zaman őldükleri toprakta kalırlar. Bu sonsuza kadar süren bir gezinmedir. Çünkü őlüm bile, direnen insanı kendi toprağından ayıramaz.
Şimdi orada Karadeniz kıyılarından başlayarak, Çerkesya’nın uçsuz bucaksız ovalarına, daǧlarına kadar, gőrünmez őlüler yaralı ruhlarıyla geziniyor. Onlar Kuban nehrinin ışıklarıyla yıkanıyor ve vahşi dağ çiçekleriyle gülümsüyorlar güneşe.
Kuşatma
Demek istediğim şu: Sistem sizin her yandan satın almaya, evcilleştirmeye çalışır. Öfkenizi, küfrünüzü ve donunuzu bile satın almaya çalışır. Bu insani tepkilerinizin tümünü sisteme hizmet için kullandırmaya çalışır. Siz ise havası alınmış bir balon gibi sönüp gider, buruşur ve bir makineye dönüşürsünüz. “Sus” deyince susan, “konuş” deyince konuşan bir robot olursunuz. Bu nedenle en iyisi gelen teklifleri elinizin tersiyle itip, hiç düşünmeksizin “Hayır!” demektir. İşte insani olan, robotlaşmayan, bu insanı tepkinin satılamaz olmasının gerekliliğidir aslında. Ne mutlu küfrünü satmayanlara!