Hapishanenin başka koğuşlarında olduğu gibi, bizim koğuşumuzda da meteliksiz zibidiler, varını yoğunu kumara, içkiye verenler bulunduğu gibi, anadan doğma yoksullar da vardı.
Tag: Sibirya
Düalizmlerin Adamı: Fyodor Dostoyevski
Yıllardır yaza yaza bitiremediğim bir konu vardır: Fyodor Dostoyevski… Hakkında onlarca, sayfalarca yazı yazmama karşın, hâlâ eksik hissederim kendimi bu konuda. Üzerine yazılmış belli başlı biyografileri okumama rağmen, her seferinde yine de onun hakkında hiçbir şey bilmiyormuşum gibi gelir. O kadar derindir ki, boğulmamak için çaba sarf etmek gerekir. Kitaplarını ikişer üçer kez okumama karşın, her seferinde tekrar tekrar karıştırdığımda yeni şeyler keşfederim. Dinci ve milliyetçi yanını eleştirmekle birlikte, bir romancı olarak onun eşsizliğine, psikolojik derinliğine saygı duyarım. Ona benzeyen hiçbir romancı yaşamamıştır şimdiye dek, insan ruhunun bu kadar derinine inen bir yazar yoktur.
Dostoyevski Üzerine Notlar (2): Sibirya Hapishane Günleri
Dostoyevski’nin hayatındaki en önemli iki devreden birisiydi bu: Sibirya’dan önce ve Sibirya’dan sonra. Sibirya’da gözlemlerde bulundu ve katil, cani olarak nitelenen insanların ruhlarındaki asil parıltıları da yakaladı. Ve orada anladı ki, insan o zamana kadar edebiyatta anlatıldığı ne saf iyi ne de saf kötü olabilirdi. İnsan işte bu iki karışımın birleşmesinden oluşuyordu. Kötünün mü, yoksa iyinin mi baskın geleceği ise koşulları ile ilgiliydi, karakterden çok. Kötü olarak tanınan birisi iyi bir davranışta bulunabilir, iyi olarak tanınan birisi ise sokağın köşesini döndüğünde beklenmedik bir cinayet işleyebilirdi. İşte Sibirya’daki “yoksul ve basit, katil, cani insanlardan” öğrendiği dersler bunlardı. Ve kendini onların öğrencisi olarak niteler özellikle “Ölü Bir Evden Hatıralar” kitabında. Bu kitapta Sibirya’da yaşadıklarını anlattı. Kişisel olarak olgunlaşırken yazar olarak da giderek olgunlaşıyor kendi öznel ve özgün çizgisini yakalamaya başlıyordu.
Dostoyevski Üzerine Notlar (1): Hayatına Bir Bakış
Dostoyevski çocukluğumdan bu yana favori yazarlarımdan birisidir, hatta bir yazardan daha fazlasıdır. Onunla ilk kez kitap okumaya başladığımda insan davranışlarını ve hayatı tanımaya başlamıştım . İlkokul beşinci sınıfta onun kitaplarıyla tanışmıştım. Babam Rus klasiklerini severdi. Tüm kitaplarını, daha ergenlikte bitirmiştim. Ama şimdi yıllar sonra tekrar Dostoyevski üzerine kapsamlı bir makale yazmaya karar verince, onun tüm kitaplarını yeniden okudum. Tabi aradan yıllar geçtiği ve ben aynı kişi olsam da hayata daha farklı bir açıdan baktığımdan, onun yapıtlarına da eleştirel yaklaşıyorum. Ama bu onun, benim için dünyanın en önemli yazarlarından birisi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çok sular akmış köprülerin altından o zamandan bu yana. Ama Dostoyevski hâlâ dünya edebiyatının devi olarak yerinde duruyor ve değerinden bir şey kaybetmek bir yana, giderek de yıllanmış bir şarap gibi değer kazanıyor.
Dostoyevski’yi okuyanların bir kısmı onu çok severler bir kısmı hiç sevmez, hatta nefret edebilirler. Böyle yazarlar vardır; sevenler çok sever, sevmeyenler nefret eder. Dostoyevski, işte o yazarlardan birisidir. Aslında ben kişisel olarak onun yazarlığın biraz ötesinde olduğunu düşünüyorum.
Herkesin içinde bir Dostoyevski vardır
Ne kadar güzel bir anlatım değil mi dostum? İnsan ruhunun derinliklerine doğru bir geziye götürüyor bizleri. Oysa insanlara burun kıvırmaktan, onları küçümsemekten, kendimizi üstün görmekten başka ne yapıyoruz söyler misin?
Hep insanları kategorize etmez miyiz: Eğitimliler, eğitimsizler ya da kültürlüler, kültürsüzler diye? Ne kadar saçmadır oysa, kültürsüz kim vardır ki bu yeryüzünde! Kültür, insanın doğaya karşı yarattığı her şey değil midir dostum? Eğitimsiz olarak gördüğümüz insanlardan öğrenecek bir şey yoktur bize göre, onları dinlemeye değmez bile. Eğitimlilerle ise kıyasıya bir sidik yarışına girer, kendimizi kanıtlamaya çalışırız.