İnsanın zaten kendisi ve varoluşunun acısı bu kadar fazla iken, nasıl bir başkasının yükünü de taşıyabilir? İşte bence bu insanı içinde bulunduğu koşullarda güçlü olmaya iten bir durum. Güçlü olmaya ihtiyacınız varsa, bunu yapabilirsiniz bence. İnsan başka insanların yükünü de bir yere kadar taşıyabiliyor bu nedenle, en azından bunu deniyor. Ama en iyisi insanlara yardım etmek, ama onları sırtında taşımadan, onların kendi ayaklarının üzerinde durmasına destek olmaktır bence.
Tag: Erol Anar
Tek Başına Kalmayı Göze Alamayan Gerçeğe Ulaşamaz
Onun için çelişkiler, sanki çelişki değil de, hayatımızın doğrularıymış gibi davranırız. Sorgulamaya kalkarsak aslında dünya görüşümüz ile davranışlarımızın ne derece çelişkiler içinde olduğunu görürüz ve bu hiç de hoşumuza gitmeyecektir. Hatta dünya görüşümüzün bile yarım yamalak ve yerine oturmayan bir görüş olduğunu keşfedebiliriz biraz sorgularsak. İşte onun çoğu insan bu sorgulamadan, vebadan kaçar gibi kaçar. Gözlerini kapatıp yoluna devam eder, sanki her şey yolundaymış gibi. Sorgulamaktan kaçamadığımız ve köşeye sıkıştığımız zaman ise, en ucuz ve kaba, genel bazı açıklamalar getiririz kendimizce ve hemen sorundan aceleyle uzaklaşırız, sanki her şeyi çözümlemişiz gibi.
Sanata Dair Notlar (II)
Resim sanatında bugüne değin pek çok şey denendi. Ready-made yapıtlardan ve diğer postmodern akımlara resim sanatı tuvalin dışında arayışlara girdi. Biçim değiştirdi. Estetik duygusu ve etik bir kenara bırakıldı. Postmodern sanatın içinde “oyun” kavramı öne çıkarıldı. Aynı şekilde postmodern felsefedeki Wittgenstein’dan alarak Lyotard’ın geliştirdiği “dil oyunları” görsel sanatlar içinde sanatı bir “dil oyunu” bir biçim oyunu olarak algılanmaya götürdü. Sanat yapıtı, daha çok birebir üretilmiş sanat yapıtı olmaktan çok onu “bozan”, bir yapıya büründü.
Porto Alegre Notları (1)
İspanyolca da çalışmıştım biraz gelmeden önce. İspanyolca ve Portekizce birbirine çok yakın iki dil, ama yine de biraz farklılıklar; buna rağmen basit bir şekilde konuşacak kadar İspanyolcayı kıvırmıştım. Özellikle bir kitap ve sözlük alarak, orada konuşmak için çalışmıştım evde bir süre gitmeden önce. Ve böylece birçok sivil toplum örgütünden insanlarla tanıştım Brezilya, Uruguay, Arjantin Kolombiya, Meksika ve birçok ülkeden insanlarla sohbet edebilme olanağı buldum, biraz İspanyolca biraz da Portekizce. İngilizce ise dediğim gibi yaygın olarak kullanılmıyordu. Eğer İngilizcenize güvenerek Latin Amerika’ya gelirseniz hata edersiniz.
Sana Mektuplar: Özgür Bir Adaya Uzanan Yolculuktur Düş Kurmak
“Hep bir adam olsun isterdim, tek ben olayım orada isterdim.” demiştin bir gün. Ben de bir ada düşlemiştim hayatım boyunca uzaklarda, çok uzaklarda olmalıydı bu ada. Aynen Ursula K. Le Guin’in “Her Yerden Çok Uzakta’ adlı beğendiğim kitabı gibi. Her yerden ve herkesten çok uzakta olmalıydı bu ada. Hatta görünmez olmalıydı ki o adanın var olduğunu benden ve senden başka kimse bilmesin, göremesin.
Kuzey Amerika Notları (4)
Sonra bir sigara yakarak odamın penceresinden Chinatown’a (Çin Mahallesi) baktım. New York’a akşam iniyordu yavaş yavaş. Uzaklarda pembeleşmiş bulutlar giderek laciverte dönüyorlardı. Aşağıda sokakta evlerin,
Özgürlükten Daha Yüksek Bir İdeali Olamaz İnsanın
Özgürlüğü sona ertelemek, onun yerine devlet aygıtını koymak, (geçici olduğu söylense bile) onun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bilmek demektir aynı zamanda. Çünkü özgürlük öyle bir şey ki, şimdi ve burada olmalıdır o. En yakın zamanda yaşanmalıdır. Bunun olanakları için mücadele edilmelidir. Ve özgürlük, iktidar ve hiyerarşi ortamında kaybolacaktır. Özgürlük adına iktidar olmaz çünkü. Çünkü özgürlük varsa bireyin birey, sınıfın sınıf, grubun grup, erkeğin kadın, ırkın ırk, halkın halk üzerindeki iktidarı olmayacaktır. İktidarın olduğu yerde özgürlük yoktur ve de olmayacaktır. Çünkü özgürlük ve iktidar kavramları birbiriyle temelde çelişir. İktidar özgürlüğü daha başında öldürür, ölü bir kavram ise sonunda da doğmaz tekrar. Sonuç olarak iktidar, özgürlüğü doğuramaz, çünkü onu daha en başta öldürmüştür.
Sana Mektuplar: Tatminsiz Birey Üzerine Birkaç Not
Bu monotonluk ve sıkıcılık hayatı da anlamsızlaştırıyor. Yolculuk yapmak bile sıkıcı bir rutine dönüşebiliyor. Çünkü artık çaba yok erişilmesi gereken şeye. Her şey zaten elinin altında. Derin bir tatminsizlik, giderek de derinleşiyor. Mutluluk rolü yapmaktan, gerçek küçük mutlulukları elimizden kaçırıyoruz sürekli. Yani mutlu insan rolü yapmaktan sosyal medyada ve gerçek hayatımızda mutluluğun ne olduğunu unuttuk neredeyse sevgilim.
Bir Irmak Gibi Akıp Giden Çocukluğumuz
Siddhartha yıllar sonra kayıkçının yanına döner ve onunla birlikte yaşamaya başlar. Kayıkçı, binlerce insanı kayığıyla karşıya geçirdiğini, ancak yalnızca dört beş kişinin ırmağın farkına varabildiğini belirtir. Kayıkçı ona ırmağın sesini dinlemesini öğütler ve gizi ancak böyle çözebileceğini söyler. Yıllar sonra Siddhartha, ırmağa sorduğu soruların yanıtını almıştır: Giz, zaman diye bir şeyi olmadığıdır.
Kuzey Amerika Notları (3)
Sonraki günlerde gündüzleri şehir merkezine, ya da müzelere giderek vakit geçiriyordum. Başka bir kentte de böyle mi bilmiyorum, ama Washington’da bazı müzeler herkese ücretsiz hizmet sunuyorlar. Genellikle Uzay Müzesi’ne gidiyordum. Burada uzay mekiklerinin maketleri, uzayla ilgili bilgiler ve videolar, astronatların elbiseleri ve daha birçok uzay malzemesi vardı. Burada dolaşmayı çok seviyordum. Amerikan Tarih Müzesi’ne de birkaç kez gitmiştim. Lincoln Anıtı da dahil olmak üzere, daha önce görmediğim birçok müzeyi de bu fırsatla gezdim.