Bazı insanlar Adler’in dediği gibi uşak ruhludur, hatta çoğu insan böyledir. Böylesi prototip kendisine bayraklaştıracak bir lider, kurum arar. Ve ona sığınarak, onu savunarak sefil ömrünü yaşar gider. Artık bütün iradesini bu kişiye, kuruma devretmiştir. Aslında bireyi bu hale getiren, gerçekte sistemin kendisidir. Çünkü birey bilmektedir ki, itaat etmediği zaman başına çok kötü şeyler gelecektir. O zaman bu iki prototip tarihsel şartların da bir araya gelmesiyle buluşur, lider ve ona itaat eden, hatta tapan kitle.
Tag: Erol Anar
Nereye ve Hangi Yoldan Gitmeliyim?
Nereye gittiğimizi bilmeyiz çoğu zaman. Öyle gideriz yıllarca bir yolda. Bir gün birden durur ve nereye gittiğimizi sorarız kendi kendimize. Yanıtımız yoktur, ya da acıdır: Nereye gittiğimizi bilmemekteyizdir. Yıllarca çıkmaz yollarda hiç düşünmeden vakit geçirmişizdir bu yüzde. Sanki ırmağa bırakılmış bir kibrit çöpü gibi hayatın akıntısına kapılıp gideriz, akıntı nereye götürürse bizi. İşte nereye gittiğimizi bilmiyorsak hangi yoldan gidersek gidelim önemi yok, hiçbir yere ulaşamayacağız demektir bu.
Dostoyevski ve Acının Kutsanışı
Anna Grigoryevna’nın anılarında şunları okuyoruz: “Bir gün Cenevre yolu üzerinde, Basel’de durduk. Kocamın bana önceden sözünü ettiği bir tablonun bulunduğu müzeyi gezdik. Bu Holbein’in bir tuvaliydi. lnsanlıkdışı bir işkence yapıldıktan sonra, haçtan çözülen ve çürümeye bırakılan İsa’yı gösteriyordu… Ona daha uzun süre bakmaya dayanamadığımdan başka bir salona gittim. Döndüğüm vakit kocam hâlâ oradaydı, aynı yerde, zincirle bağlanmış gibi. Heyecanlı yüzünde, daha önceleri çoğu kez sara nöbetlerinin başlangıcında gördüğüm ürküntüyle aynıifadeyi taşıyordu.’ Ve Dostoyevski ona şu tümceyi söylüyor: ‘Böyle bir tablo insanın inancını yok edebilir…”
İçerideki Cehennem ve Dostoyevski
Dostoyevski, Sibirya’da gerçek sırrı öğrenmişti: Kimse saf iyi ya da kötü değildi. “Canavar” denilen bu insanların içlerinde çok iyi ruhlular vardı. Kötü görünüş yanıltmamalıydı. Bunu altın bulmak olarak niteliyordu. İşte bu bilgi yaşayarak öğrenilmişti ve onu diğer yazarlardan ayırdı. Edebiyatta yapılmayanı yaptı. Saf iyi kahramanlar yerine, Raskolnikov gibi ateşli gel git duygulara ve ruha sahip cehennemi karakterleri öne çıkardı. İçerideki cehenneme baktı.
O da Nietzsche gibi cehenneme bakmıştı. İçerideki cehenneme, yani insanın iç dünyasındaki karanlık noktaları aydınlatan cehennem.
Dostoyevski ve ‘İnsanın İçindeki İnsan’
Ama insanı ve onun davranışlarını çözümlemekteki başarısı ve ustalığı eşsizdir onun. Edebiyat tarihinde hiç kimse insanın iç dünyasına Dostoyevski gibi uzanmamıştır. Kendisine psikolog denilmesine karşın şöyle der o:
Psikolog olmasa da, insanın iç dünyasına belki bir psikologdan daha fazla sızabilmiştir. Gerçekten de insanın iç dünyasının o zaman dek yapılmamış -hâlâ da yapılamamış- bir resmini sunar bize Dostoyevski. Bu eksik bir resimdir, onu tamamlayacak olan da kendimizden başkası değildir.
Dostoyevski ve ‘Yaşanmadan Anlaşılamayacak Bazı Şeyler’
Bu kitabı çok severim ben. Tolstoy, Puşkin’le kıyaslamış Dostoyevski’yi. Bu aslında ona iltifattır. Çünkü Puşkin, Rus edebiyatının peygamberi olarak görülür Ruslar tarafından. Ama dünya edebiyatına gelince Puşkin, Ne Dostoyevski’nin, ne de Tolstoy’un yanına yaklaşabilmiştir dünya edebiyatında. Dostoyveski’nin ise Tolstoy ve Turgenyev gibi Rus edebiyatının duayenlerine bir üstünlüğü vardır, o da bizzat mahkûm olarak Sibirya’ya giderek toplumun alt kesiminden insanlarla yıllarca birlikte yaşaması ve onları gözlemlemesidir. Bu bir yazar için, altın değerinde bir fırsattır bence.
Zaten Dostoyevski de bunun farkındadır, şöyle seslenir aslında diğer yazarlara: “Bazı şeyleri yaşamadan anlayamazsınız, üzerinde yorum yapamazsınız”.
Dostoyevski’nin Demli Çayı
Dostoyevski romanlarındaki fikirleri dış dünyanın bir yansıması olarak değil, iç dünyanın yansıması olarak ele almıştır bence. Bunu roman kahramanlarının iç dünyalarının açığa çıkmasında görebiliriz. Aslında onlar tam ve keskin çizgilerle çizilmiş figürler de değillerdir. Tıpkı Platon’un mağarasında duvara yansıyan gölgelerdir bir anlamda. Ya da yarı gölge figürlerdir. Onları biz hayalimizde canlandırırız.
Dostoyevski ve Varoluşumuzun Acısı
Dostoyevski romanlarında iyilik bu derece belirgin değildir. Raskolnikov bazen “iyidir”, bazen ise cinayet işleyecek kadar “kötü.”
Dostoyevski de yoksulların hikâyesini anlatır genelde. Ama başka bir gözle. O dışarıda değil evin içindedir. Ürkek adımlarıyla bizi evden dışarıya çıkarmaz evin içinde gezdirir. Karanlık köşeleri aydınlatır. Bu ev, kendi iç dünyamızın evidir.
Dikili Festivali Anıları
Bizimkiler yani devrimciler, o zamanlar Eskişehir cezaevinde kalıyorlardı, kardeşim ve arkadaşları. Buraya ziyarete gide gele Anadolu Üniversitesi’nden devrimci çocuklarla tanışmıştık. Bunlar cezaevlerine gelip giden ailelere o zamanlar yardım ediyorlar, onları evlerine götürüyoruz misafirliğe götürüyorlardı. İyi çocuklardı. Bunlar da bir grup olarak gelmişler Festival’e. Eskişehir Anadolu üniversitesi devrimci öğrencileri 25-30 kişilik bir gruptu. Bunların çoğu beni tanıyordu. Sahilde akşam bunlarla takılmaya başladık, ateş yakıyor, saz ve gitar eşliğinde devrimci şarkılar söylüyorlar, şarap içiyorlardı. 5 litrelik baba şarap galonu elden ele geziniyordu şarkı söylerken.
Tek Tip İnsan Yetiştirme Fabrikaları: Okullar
Burada amaç, daha çocuğu okuldan itibaren ideolojik bir kuşatmaya tabi tutarak, onu Türk-İslâm sentezi çerçevesinde şekillendirmektir. Tornadan çıkmış gibi tek tip biçimlenmiş bu insanlar, yarın siyasal iktidarın yaslanacağı ana kesim olacaktır. Onun için eğitimin çok önemli olduğu tespit edilmiş ve bu biçimlendirmeye önem verilmiştir. Solcu, demokrat, ateist, laikliğe önem veren eğitim emekçilerinin önemli bir bölümüne ise işten el çektirilmiştir. Yani devlet, kendi oluşturduğu sanal gül bahçesindeki “dikenleri” temizlemiş, temizlemektedir kendi anlayışına göre. Bu kıyım tarikatlara yönelik değil, tam tersine çağdaş düşünceleri insanlara yöneliktir.