Paşa ile o zamanlar Lise’nin Halk Müziği Korosu’nda bağlama çalıyorduk. Bunun dışında da haftada bir iki gün yukarı çarşıdaki Kız Sanat Lisesi’ne gidiyorduk. Paşa ile birlikte orada da kız Sanat Lisesi’nin korosuna bağlama çalıyorduk.
Yoksa kısa hayatınızı bir tutsak olarak tamamlayacak, belki de bunun farkında bile olmayacaksınız. Çünkü
hayat reddetmekle ve özgürlükle başlar. Aydınlık, bilimdir, felsefedir ve özgürlüktür.
Hayata açılan pencereleriniz çok olsun. Her pencere bir hayat daha ekleyecektir hayatınıza…
Onun için siz siz olun, gerçek hayattan tanıdıklarınızı hiçbir zaman hesaba katmayın; onlara güvenerek herhangi bir şey yapmaya kalkmayın. En azından tanıdıklarınızın yüzde 90’ndan bir şey beklemeyin. İşin özü şu: Hiç kimseden bir şey beklemeyiniz, kendinize güvenerek yola çıkınız yalnızca. Bu, hayatın bir gerçeğidir. Biraz da hayatın rüzgârı ile yelkenlerinizi şişirerek ve risk alarak tek başına yola devam ediniz.
Bireysel psikolojinin kurucusu Alfred Adler, “İnsanı Tanıma Sanatı” başlıklı kitabında, “İnsanoğlunun başkalarının boyunduruğu altına girmek konusunda öylesine büyük bir eğilimi içinde barındırdığını ki, bu nedenle […]
Postmodern masalların başı sonu ortası belli değildir. Daha doğrusu bir sonu yoktur, başlangıcı onun sonu olabilir. Ya da sonu başlangıcı. Sonsuz bir yalnızlıktır bu.
İnsan karanlıkta belki de var değildir. O tamamen zifiri karanlıkta karanlığın bir parçasına dönüşür. Hiçbir varlık işareti yoktur, her şey her yer kapkaradır. Ancak üzerine bir parça ışık düştükçe insanın varlığı da anlam kazanır, şekillenir. İşte iç dünyası da böyledir.
Aşklar, cinsellik bile sanal olmuş durumda. Sanal aşklar iki gün sürüyorve ertesi gün unutuluyor. Çünkü insanların alternatifleri ve seçeneklerisınırsız sayıda. Kimse kimsenin ardından ağıt yakmıyor artık, o saniyeunutuyorlar birbirlerini sanal dünyaya gömülerek.Boşluk yaratmak bir yana, artık insanın kendisi boşluk olmuş. Her şeyin olduğu gibi, insanın da içi boşaldı bu anlamsızlık çağında…
Öncelikle aslında doğru yolu bulmak için, “doğru yol”un ne anlama geldiğini bilmek gerekir. Doğru yol, kişiden kişiye değişebilir. Ve doğru yolu bilmek de yetmez. Onun içinde kaybolmak ve sonsuza uzanan bir yürüyüşe başlamak gerekir. Çoğu insan ise labirenti geçmeye hiç enerji harcamaz. Labirentin duvarlarını boyar, kendisini kandırarak korkakça bir ömrü tamamlar ve göçer gider. Hiç risk almak istemez, ama en büyük risk olan ölümden kaçamaz. Geride ne bırakır: Hiçbir şey… Ne bir iz, ne bir nefes; duvarların gölgesinden yaşanmış silik bir hayat sadece.
Ben o tarihe kadar yurt dışına gitmiştim. Sonra da defalarca. Avrupa’nın birçok ülkesini dolaşmış, Amerika’yı kuzeyinden güneyine gezmiş, keşfetmiştim. Çünkü serüvenci ruhum ölmemişti; hâlâ yaşar içimde, o ceviz altındaki coşkusuyla. Ama Metin’e pullu mektubu yollamış mıydım ya da nereden yollamıştım, onu hatırlamıyorum.
Bence tarih kitaplarını üçe ayırmak gerekir: Birincisi propaganda kitapları -ki bunlar bir ulusu, ideolojiyi, inancı güzelleme, yüceltme ve hatasız gösterme (ya da hataları mazur gösterme) amacıyla yazılmış resmi tarih kitapları; ikincisi bağımsız tarihçilerin yazdığı ve aynı olaylara, olgulara değişik bakış açıları ve öznel yorumlarla baktığı kitaplar. Üçüncüsü ise kolektif, özgür ve nesnel gerçeklikle daha çok uyum sağlayan tarih kitapları.