Bu film, 1998’de Cannes’deki Altın Palmiye dahil, ulusal ve uluslararası toplam 9 ödül kazanmış. Şiirsi, masalsı bir film. Filmde olağanüstü bir şey yok, hayatın irili ufaklı problemleri.
Selanik’te yaşayan tanınmış yazar amansız bir hastalığa yakalanmış ve son günlerini yaşamaktadır. Hastalığı ilerlemiştir. Yazar, işte böylece dalgın bir şekilde kentte otomobili ile ilerlerken bir çocuğa rastlar. O çocuk, onun belki de hayata bağlılığının son işaretidir. Çocuğa yardım etmeye karar verir.
İsviçreli usta sinema oyuncusu Bruno Ganz, yazar rolünde çok iyi bir oyun çıkarıyor. İlginçtir, Bruno Ganz kendisine kanser teşhisi konmuş bir insan. Ve şöyle diyor: “Ölüm döşeğindeki birini canlandırırken, bunun insanı kendi ölümüne hazırlayamayacağını fark ediyorsunuz”
Çünkü herkesin ölümü eşsiz ve kendine özeldir, hayatı da.
Filmin yönetmeni ise Yunan sinemasının öncü yönetmeni bilge Theodoros Angelopoulos. Sanatsal sinemanın en önemli temsilcilerinden birisi olarak görülüyor o. Onu tanıtan sayfada şu görüşlere yer veriliyor: “Mitolojik göndermelere bol yer verilen filmlerinde, daha çok bireyden hareketle tarihsel bağlam içinde toplumsal olaylar konu edilmektedir. Özellikle entelektüel bireyin yaşama dair ızdırapları ve düş kırıklıkları işlenir.”
Bu filmde de entelektüel yazarın hayatından yol çıkarak, çeşitli düş kırıklıklarına göndermeler işleniyor.
Filmin müziği de çok büyüleyici ve onun şiirsi havası ile iyi bütünleşiyor. Müzik Eleni Karaindrou tarafından yapılmış.
Filmden bazı sözler
“Her zamanki gibi kelimeler arasında kayıp.”
Çocuk: “Gülümsüyorsun, ama üzgün olduğunu biliyorum.”
Çocuk: “Gidip sana birkaç kelime satın alayım mı?”
“İki kitap arasında, seni yakalamaya çalışıyordum. Yanıbaşımızda kendi hayatını yaşıyordun. Kızının ve benim yanımda. Ama bizimle değil.”
“Neden hiçbir şey beklediğimiz gibi olmuyor. Neden çaresizce çürümek zorundayız, acı ve arzularla ikiye bölünerek.”
“Söyle yarın ne kadar uzun?”
“Yarın nedir?”
“Sonsuzluk ve bir gün.”
Çocuk, Arnavutluk’tan kaçak gelmiştir. Yazara bazı kelimeler söyler. Yazar da bu kelimeleri daha sonra denize doğru bağırarak söyler. Bu, onun çok yakınında olan ölüme bir isyanıdır. Beni etkileyen sahnelerden birisi de bu oldu.
Çocuğun ona söylediği kelimelerden birisi Argadini’dir. Bu “çok geç” anlamına gelmektedir. Tuhaftır ama yazara çok ilginç gelir bu. Çocuğun söylediği bir kelime, onun o anki durumunu, hayatını özetler.
Filmde bir de düğün sahnesi çok etkileyici. Düğünün gölgesinde, yazarın ölmeden önce köpeğini birilerine emanet etme çabası da izlenmeye değer.
Sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi farkına bile varmadan yaşarız hayatı. Ama bir gün sona yaklaştığımızda, kaçırdıklarımıza yanarız. Neden daha iyi yaşamadım, diye kahrederiz belki. Fakat “çok geçtir” genellikle bunu düşündüğümüzde.
Hayata ve kendinize çok geç demek istemiyorsanız, onu en iyi şekilde yaşamaya çalışın; insanlara, doğaya, canlılara iyi davranın. İşte bizden geriye kalan belki de bu küller olacaktır: İyiliğin külleri.
Henüz ‘argadini’ değil bizim için belki.
Bu filmden etkilendim. Son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden birisi. Denildiği gibi masalsı bir film. Hayatı kaçırmayın diyorum. Bu film ise izlenmeye çok çok değer bir film bence.
Erol Anar