Eskiden insanların varlığına, onlarla beraber olmaya seviniyorduk, şimdi insanların yokluğu sevindiriyor bizi. Bukowski’nin dediği gibi neredeyse, “Bütün istediğimiz başkalarının yokluğu…”
Anlamsızlık var bu çağın özünde. 19. yüzyılda entelektüalizm doruğuna çıktı, 20. yüzyılda inişe geçti ve 21. yüzyılda ise neredeyse bitti. Cehalet tekrar yükseldi ve dünyanın dört bir yanında bilgisayarlardan, akıllı telefonlardan, tabletlerden kayan manipülatif enformasyon bombardımanı altında ezilen birey, mentalitesini ve rotasını yitirdi.
Her şey birdenbire anlamsızlaştı. 19. yüzyılın o heyecanlı, sosyal ve her şeyi başkaları için yapmak isteyen fedakâr insanları birdenbire yitip gittiler. Modernizmin evrensel ve paylaşımcı ruhu flulaştı; bunun yerine egemen olan postmodernizmin parçacı ve egoist anlayışı oldu. Tek bir bulut olmayı hedefleyen insanlık, parçalı bulutlara dönüştü ve herkes kendi çaresizliğiyle baş başa kaldı.
Neredeyse, Nietzsche’nin “son insan”ı kaldı yeryüzünde. Şimdi ellerindeki mobil telefonlara kafalarını gömen insanların çoğu artık bir anlam aramıyor ve hakları için mücadele etmek onlara anlamsız geliyor. Çoktan teslim olmuşlar ve ruhları yitip gitmiş. İnsanın gölgesi yitmiş, artık insanın kendisi bir gölge olmuştur.
Eskiden insanların varlığıyla huzur duyardık, şimdi ise yoklukları bize huzur veriyor.
Hiç umut yok mu peki? Umut var hâlâ, ama ne yazık ki her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor bizden…
Erol Anar
Paraná