Böyle şarkılar yüreğimizi oynatırdı ve o zamanlar modaydı. Hepimiz bir kıza aşıktık, ama saf duygularla ve daha çok platonik olarak.
Lisedeyken yıl sonlarında ders yapmazdık, son haftada özellikle. Böyle günlerde öğretmenlerle birlikte ya bahçeye çıkar ya da sınıfta şarkı söyler, fıkra anlatır ve eğlenceli bir biçimde zaman geçirirdik. Ben şarkı söylemeyi tercih etmezdim, bazen fıkra anlatırdım. Özellikle de Oğuz Aral’ın yönetimindeki Gırgır dergisindeki fıkraları.
Havza Lisesi’nde sıradan bir gündü. Yine bir yıl sonunda hatırlıyorum son hafta Feyzullah hoca dersimize geldi. Feyzullah hoca fizik dersimize gelen, genel olarak sakin, kısa boylu, bıyıklı ve dalgalı saçlı kırk yaşlarında bir insandı. Sakindi ama sinirlenince, çığırından çıkardı. Böyle anlarda öğrenciyi bazen sıranın altına götürür, tekme yumruk, Allah ne verdiyse girişirdi. Ama o gün sakin bir günüydü, yıl sonunun getirdiği rehavet ve yorgunluk vardı herkeste.
Feyzullah hoca, Türkçe öğretmenimiz Uşaklı Mesut hoca ile birlikte gezerdi. Mesut hoca “gelcek, gitcek, yapcek, etcek” gibi Uşak şivesi ile konuştuğu için ona okulda “Cekcek” lakabı takılmıştı. Feyzullah hocanın tersine, iri yarı, sert yüz ifadesine sahip önene geleni çat çut tokatlayan bir adamdı.
O, Feyzullah hoca gibi değildi ama, öğrenciyi komaya sokmuyor, sadece tokatlayıp bırakıyordu. Ama her derste mutlaka bir iki öğrenciye tokat atardı; sert tokatlar. Bunun için neden bulmakta da zorlanmıyor, gözünün üstünde niye kaşın var diye iki tokat çakıyordu öğrenciye. Feyzullah hoca ise her derste dövmez, ara sıra döverdi ama dövdüğü ve sinirlendiği zaman da hiçbir şeyi gözü görmezdi; üstelik tokat değil, yumruk atardı. Sıranın altına sokar, burada sülalesini bellerdi öğrencinin, onu komaya sokardı. Bu Lise’den mezun olan insan, normal birisi olabilir mi?
O gün de şarkı, türkü söylüyor eğleniyorduk sınıfta. Çerkes mahallesi olarak bilinen Memduhiye’den sınıf arkadaşımız Adnan Olgun şu şarkıyı söylemişti:
“Gençlik başımda duman
İlk aşkım ilk heyecan
Kovaladıkça kaçan
Ateş böceği misin?”
Böyle şarkılar yüreğimizi oynatırdı ve o zamanlar modaydı. Hepimiz bir kıza aşıktık, ama saf duygularla ve daha çok plâtonik olarak. Masumiyet çağının son çocuklarıydık biz.
Böyle şarkı türkü söyleyip eğlenirken, Feyzullah hoca sınıfa sordu:
“Biraz da fıkra anlatalım. Var mı ilginç fıkra bilen?”
Ben parmak kaldırdım.
“Evet, Erol seni dinleyelim.” dedi.
Ben ayağa kalktım ve sınıftaki arkadaşlarıma bakarak şu fıkrayı anlattım:
“Bir adamın bağırsaklarında kurtçuk varmış. Doktora gidip bazı testler yaptıktan sonra, doktor adama kullanması için kurtçuk temizleyici ilaçlar yazmış. Adam elinde reçete eczaneye giderken, adamın bağırsaklarında bir telâş ve koşuşturmaca başlamış. Genç kurtçuklardan birisi hemen odasına koşmuş bavulunu hazırlamaya başlamış telâşla.
Başka bir kurtçuk ona sormuş:
“Hayrola, noldu böyle telâşlı telâşlı bavulunu hazırlıyorsun?”
“Ya sorma, sahibimiz bizi öldürmek için ilaç almaya gidiyor eczaneye.”
“Peki sen nereye gidiyorsun?” diye sormuş diğer kurtçuk.
Bizim kurtçuk ise eline bavulunu almış hızla giderken, arkaya dönüp şöyle demiş:
“09.30 mokuna yetişeceğim.”
Herkes gülmüş, herkesin hoşuna gitmişti sınıfta fıkram.
Feyzullah Hoca sordu:
“Erol nereden buluyorsun böyle güzel fıkraları.”
“Gırgır dergisinden okuyorum Hocam.” dedim.
Yıl sonunda bazen derslere girmez okulun hemen yan tarafındaki tren yolunun oradaki çimenlerin üzerine oturur, hem sigara içer, hem de sohbet ederdik.
***
Paşa ile o zamanlar Lise’nin Halk Müziği Korosu’nda bağlama çalıyorduk. Bunun dışında da haftada bir iki gün yukarı çarşıdaki Kız Sanat Lisesi’ne gidiyorduk. Paşa ile birlikte orada da kız Sanat Lisesi’nin korosuna bağlama çalıyorduk. Oradan hatırladığım şu türkü kalmış aklımda. Bu türküyü söylüyordu Kız Sanat korosu:
“Makaram sarı bağlar
Kız söyler gelin ağlar
Niye ben ölmüş müyem
Asyam karalar bağlar”
Biz üç bağlamacı bu türküyü çalıyorduk, kızlar da söylüyorlardı.
Bizi çalıştıran da müzik öğretmeni olan Turgut hoca idi. Turgut hoca iri yarı, pos bıyıklı, sarışın bir adamdı. Alkolle problemi vardı sanırım, içki içerdi, gözleri kan kırmızısı gibiydi hep. Bizim bu bağlama grubunda, bir de bizim sınıfta olan Edip vardı. Edip, Turgut hocanın sağ koluydu.
Biz bir gün ne olduysa Paşa ile Turgut hocaya kızdık; artık neden olduğunu hatırlamıyorum. Bağlamalarımızı alarak sınıftan, daha sonra da okuldan çıktık ve tren yoluna doğru yürümeye başladık. Arkamıza bakmıyorduk.
Tam tren yoluna gelmiştik ki, arkadan bir ses duyduk: “Erooll, Paşaaa!” diye bağırıyordu ses. Baktık, Edip, koşarak yetişti bize:
“Turgut hoca sizi çağırıyor.” dedi.
“Yok,” dedik “gelmiyoruz.”
Bunun üzerine Edip bizi ikna edemeyeceğini görünce, Lise’ye yalnız döndü. Biz de tren yolundan aşağıya doğru elimizde bağlamalarımızla ağır ağır yürüdük.
Ama daha sonra Turgut hoca bizim gönlümüzü aldı ve koro çalışmasına tekrar devam ettik. Hatta yıl sonunda verdiğimiz konserin fotoğraf ve haberi, Hürriyet gazetesinin bölge ekinde yayınlanmıştı.
Erol Anar
“Aşağı Mahalle Öyküleri” başlıklı henüz yayınlanmayan kitabımdan…
Copyright © 2019 erol anar. Bütün hakları saklıdır.