Dostoyevski’nin ‘Karamazov Kardeşler’ romanının belki de bir paragrafında Büyük Engizisyoncu şöyle der:
“Çünkü bu zavallı yaratıkların tasası yalnız senin benim için tapınacağımız bir varlık bulmak değil, herkesin ve ille hep birlikte, imanla baş tacı edecekleri birini bulmaktır. İşte bu ortaklaşa tapınma ihtiyacı hem tek tek, hem toplu olarak bütün insanların ta ilk yüzyıllardan beri başlıca ıstırap konusu olmuştur. Toplu tapınma yüzünden birbirlerinin kanına girerlerdi. Kendilerine birtakım tanrılar icat ederler, birbirlerine, ‘Tanrılarınızdan vazgeçin, bizimkileri kabul edin; yoksa sizi de, Tanrılarınızı da yok ederiz!’ diye haber salarlardı. Bu kıyamete kadar böylece sürüp gidecektir. Dünyadaki tanrıları tüketince, bu sefer de putlara tapınmaya başlayacaklardır.” [i]
İşte dünyadaki bütün sorunların kaynağı bu. “Herkes benim gibi düşünmelidir” diyerek, diğerlerine zorla kendi düşüncesini, inancını dayatmak. Oysa insan sadece kendi dünyasında inansa neye inanacaksa, onu başkasına dayatmasa, dünyadaki sorunlar büyük ölçüde çözülmüş olacak. O neden benim gibi düşünsün, benim gibi davransın? İşte burada iktidar, güç ve otorite ortaya çıkıyor. Düşüncesini bir diğerine dayatmak, diğeri üzerinde bir iktidar kurmak anlamına geliyor. Diğeri üzerinde iktidar kurduğunda insan kendisini güçlü hissediyor. Aslında Heideggerin’in dile getirdiği “dünyaya bırakılmışlık” belki de insanı güçsüz yapıyor. Kendisi gibi inananlar olmayınca, o inancının, düşüncesinin zayıf, güçsüz olduğunu hissediyor. Ne kadar çok kişi inanırsa, düşünce ve inancının da o kadar doğru olduğunu düşünüyor kendisince. Oysa hakikatin azlık ve çoklukla hiç ilgisi yoktur. İşte bunun için diğerine baskı yaparak, zorla ya da karmaşık birçok metotla siyasal iktidarın yaptığı gibi kendi düşünce ve inancını dayatıyor. Kendi kahramanını, kendi inancını, ideolojisini, düşüncesini, dinini dayatıyor diğerine. Bunun için kan bile akıtmaktan çekinmiyor hiç.
İdeolojiler, dinler, inançlar, kuramlar, düşünceler de bu kendi iktidarını diğeri üzerinde egemen kılma ve dayatma stratejisinin dayanağı olmuşlar. Tarihe baktığımızda bunu görürüz. Farklı olanı reddetmek, farklı olanı dışlamak, hatta onu yok etmek, ya da kendine benzetmek. Bütün tarih boyunca bunun çeşitli biçimlerde uygulanışını görüyoruz. Hatta bu yüzyılda bile kendisi gibi düşünmediği için, insanların kafasını kesenler var. Yani aslında hiç ilerleme kaydetmemiş insanlık. Teknoloji ilerliyor, ama diğer yandan insanlık ilerlemediği gibi hatta bazen geriliyor bile. Birçok hak bildirgeleri imzalanmış, kazanılmış ama yine bunlar çok bir şeyi değiştirmemiş insanların zihninde. Güç belirliyor her şeyi.
***
Bana ne senin neye inandığından, ne düşündüğünden. Ne düşünürsen düşün, neye ibadet edersen et, hangi ideolojiye inanırsan inan, neyi kutlarsan kutla, neye ağlarsan ağla; ama bana dayatma bütün bunları. Kendi dünyanda istediğini yap, istediğini yaşa, ama benim dünyamın sınırlarını çiğneme. Çünkü benim dünyam yalnızca bana aittir. Ben bir başkasının kölesi değilim, kendi dünyamı çiğnetmem.
Sosyal medyada sık tanık oluyoruz buna. Kendi gibi düşünmeyenlere, küfür, hakaret edenler, aşağılayanlar, kendi düşüncelerini psikolojik baskı ile dayatanlar zayıf karakterli, zayıf inançlı insanlardır; bunlar aslında neye inandıklarını bile bilmeyen fanatiklerdir. Ve her kesimde bu fanatiklerden çok var. Çünkü kendi inancından, düşüncesinden, kahramanından emin olsa, onu zaten dayatmaz bir başkasına psikolojik baskı ile.
İnsan kirlidir, her geçen daha da kirlenmektedir. Kendi kirlendiği gibi her şeyi kirletmektedir, kendisini, ilişkilerini, diğer insanları, flora’yı, fauna’yı, hatta yakın uzayı.
“Evet, insandan başka her şey temizdir.”[ii]
Gerçekten de insandan başka her şey temizdir. Bir hayvan doğaya zarar vermez, onunla uyum içinde yaşar.
Halbuki özellikle sosyal medyaya bakarsak, herkes bir aziz, bir masum rolünde. Ve kimse yapılan hiçbir kötülükten kendisini sorumlu hissetmiyor.
“… şunu bil ki, herkes birbirine karşı her bakımdan suçludur.” [iii] diyor yine Dostoyevski insanı çözümlerken.
Herkes birbirine karşı değil sadece, her şeye karşı da sorumludur aslında. Hiçbirimiz göründüğümüz, ya da gösterdiğimiz gibi sütten çıkmış ak kaşık değiliz gerçek yaşamımızda.
Belki de Michel Foucault bunun için “Les mots et les choses (Kelimeler ve Şeyler)” kitabında insanın ölümünü ilan etmişti Nietzsche’den esinlenerek.
İnsan öldü mü? Bence henüz ölmedi. Ama hiç de iyi bir durumda değil. Yine de, her şeye rağmen umut ve ütopyalarımı koruyacağım sonuna dek insana dair. Her geçen gün daha da umutsuz olmama rağmen…
Erol Anar
[i] Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, İş Bankası Yayınları, sayfa 473.
[ii] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski: Karamazov Kardeşler, sayfa 393.
[iii] Dostoyevski, age, sayfa 385.